Bir varmış, bir yokmuş, zamanın birinde, oldukça süslü ve gösterişe düşkün bir kral yaşarmış. Kral, günde defalarca kıyafet değiştirirmiş. Askerlerinin önüne çıkarken ayrı, tiyatroya giderken ayrı, yemeğe otururken farklı, gezintiye çıktığında bambaşka kıyafetler giyermiş. Yeni elbiselerini sergilemeyi çok sever, her fırsatta gardırobunu yenilermiş. Her gün insanlar, “Kral nerede?” diye sorduklarında, saray halkı hep aynı cevabı verirmiş: “Giyim odasında!”
Bir gün, krallığın başkentine iki yabancı gelmiş. Bu adamlar, kendilerini dokumacı olarak tanıtmış ve eşi benzeri olmayan kumaşlar dokuduklarını iddia etmişler. Ancak bu kumaşın ilginç bir özelliği varmış: Yalnızca akıllı ve becerikli insanlar bu kumaşı görebiliyormuş; aptallar ise göremezmiş. Kral, bu sözlere çok sevinmiş: “Bu elbiseler tam bana göre! Hem yeni elbiselerim olur, hem de memurlarımın değerini ölçerim,” demiş. Hemen dolandırıcılara bir yığın altın vererek kumaşın dokunmasını istemiş.
Sahtekârlar işe koyulmuşlar, ama tezgâhta ne iplik varmış ne de kumaş. Sanki görünmez bir ipi örüyormuş gibi yapıp, gece gündüz çalışıyorlarmış. Kral, meraklanıp bu kumaşı görmeye karar vermiş, ancak ya kumaşı göremezse diye endişeleniyormuş. Bu yüzden önce Başvekil’ini göndererek işi inceletmeyi uygun bulmuş.
Yaşlı Başvekil, dokumacıların yanına gidip boş tezgâha bakmış. Ne kadar dikkatle bakarsa baksın, ortada hiçbir şey yokmuş. Ama korkmuş, “Eğer bu kumaşı göremediğimi söylersem, aptal olduğumu düşünürler!” diye içinden geçirmiş. Bu yüzden gerçeği saklamış ve “Müthiş! Çok güzel bir kumaş!” diyerek kralına övgülerle dönmüş.
Kral, başka bir vezirini daha gönderip, onun da kumaşı görmesini istemiş. Yeni gelen vezir de aynı duruma düşmüş. O da bir şey göremediği halde, gerçeği itiraf etmeye cesaret edememiş ve kumaşı överek geri dönmüş. Kral, daha fazla dayanamayıp, kendisi görmeye karar vermiş. Yanında önemli kişilerin bulunduğu bir grup ile sahtekârların yanına gitmiş.
Kral tezgâha yaklaşıp bakmış ama ortada gerçekten hiçbir şey yokmuş. Fakat o da korkuya kapılmış: “Ya budala olduğumu anlarlarsa?” Bu yüzden, o da aynı yalana uymuş ve “Mükemmel! Tam da istediğim gibi,” demiş. Etrafındakiler de, kralın sözüne katılarak, kumaşı yere göğe sığdıramamışlar. Kral’a bu yeni elbiseleri büyük törenle giymesini önermişler.
Sahtekârlar, tören için hazırlıkları yaparken, olmayan kumaşı biçiyor, dikiyor gibi davranmışlar. Sonunda kralın önüne geçip, “İşte elbiseleriniz hazır!” diyerek, olmayan giysileri krala giymiş gibi göstermişler. Kral, bu sözde elbiseleri giyip, aynaya bakmış ve halkın karşısına çıkmış.
Törende, halk kralı coşkuyla selamlıyormuş, herkes birbirine elbiselerden bahsediyormuş. Ancak içlerinden hiçbiri kumaşı görmediği halde, kimse aptal görünmemek için bir şey söylemiyormuş. O sırada küçük bir çocuk, kalabalığın arasından sıyrılıp, kralı görünce bağırmış: “Kral çıplak!”
Çocuğun sesi bir anda yayılmış ve herkes gerçeği fark etmiş. Kral, derin bir utanç yaşamış, ama itiraf edememiş. Başını dik tutarak, sarayına geri dönmüş.
Bu olaydan sonra, sahtekârlar ortadan kaybolmuş, ancak kral bir daha asla gösterişe bu kadar düşkün olmamış.