Bir varmış, bir yokmuş… Gökyüzünün en parlak yıldızlarının bile göz kamaştırdığı bir diyarda, rengarenk kanatlarıyla uçuşan bir kelebek yaşarmış. Adı Luna’ymış. Luna, gökyüzüne öylesine hayranmış ki, her gece parlayan yıldızlara bakar, onların nasıl bu kadar parlak olduğunu merak edermiş. “Acaba benim de böyle parlayacak bir hikâyem olabilir mi?” diye düşünür dururmuş.
Bir sabah, güneş ışınları yaprakların arasından süzülürken, Luna ormanın derinliklerinden gelen tatlı bir şarkı duymuş. Merakla sesin peşine düşmüş ve sonunda büyük bir meşe ağacının altında, yaşlı bir kaplumbağa bulmuş. Kaplumbağanın adı Sage’miş. Herkes ona “Bilge Sage” dermiş çünkü doğanın sırlarına dair her şeyi bilirmiş.
Luna, Sage’in karşısına kanatlarını titreterek çıkmış ve “Bilge Sage, yıldızlar nasıl bu kadar parlak olabiliyor? Ben de onlar gibi parlamak istiyorum,” demiş.
Sage, ağır ağır başını kaldırmış ve Luna’ya gülümsemiş. “Sevgili küçük kelebek,” demiş, “Yıldızların parlaklığı onların ışığında değil, yaydıkları umut ve sevincin gücündedir. Her bir yıldız bir hikâyeyi taşır ve onların parıltısı, bu hikâyelerin dünyaya yayılmasıyla olur.”
Luna merakla sormuş, “Peki ya benim hikâyem nerede? Ben de parlamak istiyorum!”
Sage derin bir nefes almış ve “Hikâyen senin içinde, küçük kelebek,” demiş. “Kendini bulduğunda, yardıma ihtiyacı olanlara yardım ettiğinde, sevinç yaydığında senin ışığın da gökyüzündeki yıldızlar kadar parlak olacak.”
Bu sözler Luna’nın kafasında dönüp dururken, yola koyulmuş. Uçarken etrafındaki güzellikleri daha yakından fark etmeye başlamış. Bir gün, ormanın karanlık bir köşesinde bir çiçeğin solmakta olduğunu görmüş. Çiçek o kadar cılız ve güçsüzmüş ki, güneşin ışığını bile zar zor alıyormuş. Luna tereddüt etmeden kanatlarını kullanarak güneşin ışığını çiçeğe yansıtmış. Çiçek yavaş yavaş canlanmış, yaprakları tekrar yeşermeye başlamış.
Luna çiçeğin açmasını izlerken içinde bir sıcaklık hissetmiş. O an fark etmiş ki, Sage’in bahsettiği parıltı tam da buydu! Yardım etmenin, sevincin ve umudun ışığıydı bu. Luna, çiçeklere, ormana ve hatta gökyüzüne bile aynı ışığı yaymaya devam etmiş. Ve her yardıma koştuğunda, kanatları biraz daha ışıldamış.
Zamanla Luna, gökyüzündeki yıldızlardan bile daha parlak hale gelmiş. Ama onun ışığı sadece parlaklığıyla değil, kalbinde taşıdığı sevgi ve merhametle de diğerlerinden farklıymış. Artık ormandaki herkes ona “Yıldız Kelebek” dermiş. Çünkü Luna’nın ışığı, gökyüzündeki yıldızlar gibi hiç sönmemiş.
Ve böylece Luna, kendi hikâyesini bulmuş. Gökyüzüne her baktığında artık parlayan yıldızları kıskanmıyormuş. Çünkü Luna da onlar gibi kendi ışığını bulmuş ve bu ışığı paylaşmanın mutluluğunu öğrenmiş.
Göklerdeki yıldızlar gibi, her birimizin içinde parlayacak bir ışık var. Önemli olan, onu bulmak ve başkalarına yaymak.
Gökten üç elma düşmüş: Biri Luna’nın kanatlarına, biri Sage’in bilgeliğine, biri de bu hikâyeyi dinleyenlerin yüreğine…