Akşam yemeği yenip, herkes kendi köşesine çekilince uyku perisi bir anda ortalıkta belirir. Hafif adımlarla odalarda dolaşır, sihirli değneğini kaldırıp zarif bir balerin gibi dans eder. Bu hareketiyle birlikte uyku bulutları etrafa yayılır. Onu gözlerimizle göremesek de varlığını hissederiz. Uslu bir şekilde oturan çocukların gözlerine, tatlı rüyaların tohumlarını üfler. Masal konusunda onun gibisi yoktur; o, evrenin en usta masalcısıdır. Anlattığı masallar, çevredeki her şeyi büyüler. Ancak bu büyülü hikâyeler yalnızca çocukların derin bir uykuya dalmasıyla başlar. Çocuklar uyuyunca, uyku perisi ipekten uzun beyaz elbisesiyle onların yanına oturur. Zarif ve güzeldir, ama yine de görünmezdir.
Elinde iki farklı şemsiye taşır. Bunlardan biri rengârenk resimlerle süslenmiştir, diğeri ise sade ve renksizdir. Uslu ve akıllı çocuklar için renkli şemsiyesini açar, bu çocuklar gece boyunca en güzel masalları rüyalarında görür. Ancak yaramazlık düşünen çocuklar için sade şemsiyesini kullanır. Bu çocuklar sabah uyandıklarında rüya görmediklerini fark ederler. Şimdi, uyku perisinin bir hafta boyunca her akşam küçük bir çocuğa nasıl misafirlik yaptığını dinleyeceğiz.
Uyku perisi, çocuğu yatağına yatırıp yumuşak bir sesle anlatmaya başlamış:
“Beni iyi dinle.”
Bir anda, odadaki saksı çiçeklerinin dalları uzamaya başlamış. Bu dallar halıya, duvarlara ve tavana doğru yayılmış. Çiçekler kocaman ağaçlara dönüşerek çocuğun odasını güzel bir koruluğa çevirmiş. Ağaçların dalları çiçek açmış, çiçeklerin yaydığı hoş koku tüm odayı kaplamış. Parlak meyveler altın gibi ışıldıyor, dallarda ise çilekli pastalar bulunuyormuş. Küçük çocuk, uykusunda tebessüm etmiş. Tam o sırada masanın çekmecesinden hafif bir tıkırtı duyulmuş.
Uyku perisi sessizce masaya yaklaşmış ve çekmeceyi açmış. İçeride küçük yazı tahtasının üzerinde kıpırdanan bir rakam varmış. Yanlış bir hesaplama yüzünden yerini bulamayıp huzursuzlanıyormuş. Kalem, bu hatayı düzeltmek ister gibi hareketlenmiş ama ne yapacağını bilememiş. Bu karmaşaya, defterden gelen şikâyet dolu sesler eşlik etmiş. Harfler de düzensizlikten rahatsızmış. Her sayfada büyük harflerin yanında duran küçük harfler, yere yığılmış hâldeymiş.
Büyük harf, otoriter bir sesle:
“Doğru durun! Kendinize çeki düzen verin!” diye haykırmış.
Küçük harfler bitkin bir şekilde yanıt vermiş:
“Bunu biz de istiyoruz, ama çok hastayız.”
Uyku perisi bu durumu görünce hemen devreye girmiş:
“Size biraz disiplin gerek!” demiş ve harfleri sıraya sokmuş. Onları düzgün bir düzene getirdiğinde herkes rahatlamış. Ancak masal anlatacak vakti kalmamış:
“Şimdi gitmeliyim, ama merak etmeyin, yarın yine buradayım.”
Ertesi akşam, çocuk yatağına yatar yatmaz uyku perisi yine sihirli değneğini kaldırarak döne döne odayı dolaşmış. Bu sefer, odadaki eşyalar konuşmaya başlamış. Hep bir ağızdan konuştukları için yalnızca bir uğultu duyuluyormuş. Kimin ne dediği anlaşılamasa da hepsinin şikâyetçi olduğu belliymiş. Uyku perisi, sihirli değneğiyle bir hareket yaparak bu gürültüyü susturmuş ve her şey yeniden sakinleşmiş.
Uyku perisi, duvarda asılı duran yaldızlı çerçeveli manzara resmine yaklaşmış. Resimde görkemli ağaçlar, yemyeşil çayırlarla çevrili renkli çiçekler, ormanın kıyısında akarak şatoların önünden geçen ve sonunda denize ulaşan küçük bir akarsu görünüyormuş. Peri, sihirli değneğini resme dokundurmuş ve ardından küçük çocuğun elini tutarak kendisiyle birlikte resmin içine taşımış.
Bir anda resim canlanmış; kuşlar neşeyle şakımaya, ağaçların yaprakları rüzgârla hışırdamaya başlamış. Bulutlar gökyüzünde süzülüyor, küçük dere şırıl şırıl akıyormuş. Çocuk, çıplak ayaklarıyla yemyeşil çayırlarda koşuyor, güneşin sıcak ışınları ağaçların arasından süzülerek üzerine vuruyormuş. Denize doğru hızla koşan çocuk, bir anda ayaklarının yerden kesildiğini hissetmiş ve uçmaya başlamış. Kısa bir süre sonra kendini kırmızı bir sandalın içinde bulmuş. Rüzgâr, gümüş bir parlayan yelkenleri olan bu sandalı nazikçe sallıyormuş.
Sandalı, boyunlarında parlayan mavi yıldızlar ve başlarında altın taçlar taşıyan zarif kuğular çekiyormuş. Çocuğu yemyeşil bir ormanın önüne getirmişler. Ormandaki ağaçlar, kulağına tatlı tatlı masallar fısıldıyormuş. Çiçekler, perilerin hikâyelerini anlatan şarkılar söylüyor, kelebekler etrafında dans ediyormuş. Sandalın arkasından ilerleyen altın ve gümüş pullarla süslü göz alıcı balıklar ona eşlik ederken kuş sürüleri de kuğuların yanında uçuyormuş. Küçük çocuk bu manzara karşısında büyük bir mutluluk duymuş.
Orman, bazen sıklaşıp ıssızlaşıyor, bazen de güneşle aydınlanmış çiçek dolu bahçelere dönüşüyormuş. Sandal, kıyıda yükselen camdan ve mermerden yapılmış şatoların önünden geçiyormuş. Şatoların balkonlarından prensesler eğilmiş, küçük çocuğa ellerindeki kalp şeklindeki şekerleri uzatıyorlarmış. Prensesler, çocuğun oyun arkadaşlarıymış. Şekerlerden birini yakalamayı başaran çocuk, şekerin ikiye ayrıldığını fark etmiş. Küçük parçasını prensese, büyük parçasını ise kendine almış.
Şatoların kapılarında altın kılıçlarını tutan prensler nöbet bekliyormuş. Çocuk geçerken ona selam veriyor, üzüm taneleri ve kurşun askerler atıyorlarmış. Küçüğün sandalı, bazen bulutların üzerine çıkıyor, bazen bir şehrin içinden geçiyormuş. Şans eseri yol, onun çok sevdiği dadısının yaşadığı şehre varmış. Yaşlı kadın, ona gülümseyerek el sallamış ve eski bir şarkısını söylemeye başlamış:
Uzunca bir süredir seni özlüyorum
Geceleri rüyamda hep seni görüyorum
Öpücükler konduruyorum her gece sana,
Gözlerine, kollarına ve dudaklarına
İlk kelimelerin dudaklarından döküldü,
Bir gün sana elveda demek zor göründü.
Git, Tanrı seni korusun, güzel bebeğim,
Deli gibi sevdiğim, minik meleğim.
Dadı bu şarkıyı söylerken kuşlar eşlik ediyor, çiçekler ritim tutar gibi sallanıyor, yaşlı ağaçlar dallarını kımıldatıyormuş.
Üçüncü gün, bardaktan boşanırcasına bir yağmur yağıyormuş. Küçük çocuk, uykusunda yağmurun sesini duymuş. Uyku perisi onu elinden tutarak pencerenin kenarına götürmüş. Yağmur suları pencerenin kenarına kadar yükselmiş. Tam o sırada, pencerenin önüne yanaşan bir gemi belirmiş. Peri ve çocuk hemen gemiye atlamışlar. Gemi, yolcularını toplayarak su dolmuş sokaklardan ve caddelerden geçip büyük bir meydana ulaşmış.
Çocuk, gündüz yürüyerek geçtiği yerlerden bu kez büyük bir gemiyle geçiyormuş. Bir anda hava açılmış. Gemi, bir süre daha gittikten sonra büyük bir gölde ilerlemeye başlamış.
Küçük çocuk, geminin güvertesinden gözden kaybolana kadar şehrine bakmaya devam etmiş. Gemi yol alırken sıcak diyarlara göç eden bir leylek sürüsüne rastlamışlar. Leylekler sıralı bir biçimde uçuyormuş, ancak sürünün en arkasındaki bir leylek oldukça yorgun görünüyormuş. Diğerlerinden giderek uzaklaşıyor, uçmakta zorlanıyormuş. Kanat çırpmaları zayıflamış, birkaç kez çabalasa da yere yakın uçmaya başlamış. Nihayet, ayakları geminin halatlarına çarpmış ve ardından yelkenlerden kayarak güverteye düşmüş.
Gemicilerden biri, hâlsiz leyleği alıp gemideki kümesin içine bırakmış. Orada piliçler, ördekler ve hindiler onu merakla süzmüşler. Piliçlerden biri hemen söylenmeye başlamış:
“Şu gelene bakın! Ne kadar garip görünüyor!”
Hindi, gövdesini kabartarak leyleğin kim olduğunu sormuş. Ördeklerse ağırbaşlı bir tavır takınarak birkaç adım geriye çekilmiş. Leylek ise sabırlı bir şekilde Afrika’nın sıcak topraklarından, piramitlerden ve çölleri vahşi bir at gibi arşınlayan deve kuşlarından bahsetmeye başlamış. Ancak ördekler onun anlattıklarından hiçbir şey anlamamış. Bilgisizliklerini gizlemek için, alaycı bir şekilde:
“Ah, akılsız bir leylek işte! Hepimiz öyle düşünüyoruz, değil mi?” demişler.
Hindi, burnunu havaya dikerek:
“Tam bir akılsızlık örneği! Glu gluu!” diye böbürlenmiş.
Leylek, bu anlamsız yorumlar karşısında susmuş ve sessizce Afrika’yı düşünmeye koyulmuş. Fakat hindi, alay etmekten geri durmamış:
“Ah, ne kadar zarif bacaklarınız var! Onları nereden buldunuz acaba?”
Ördekler bu sözlere katılarak, gülmekten kendilerini alamamışlar:
“Vak, vak!”
Leylek onların sözlerine hiç aldırmamış, sessizliğini korumuş. Hindi, onu küçümseyerek devam etmiş:
“Neden bizimle birlikte gülmüyorsun? Belki de aklın yetmiyordur, zavallı aptal! Neyse, seni bırakıyoruz, biz kendi eğlencemize bakalım.”
Tam o sırada, küçük çocuk kümese gelmiş, onu kümesten dışarı çıkarmış. Leylek, güverteye çıktıktan sonra kanatlarını açıp çocuğa teşekkür etmek için bir kez sallamış. Ardından, kanatlarını güçlü bir şekilde çırparak sıcak diyarlara doğru uçup gitmiş. Kümesin diğer sakinleri, yani piliçler gıdaklamış, ördekler vaklamış ve hindinin ibiği öfkeden kıpkırmızı kesilmiş.
Çocuk ise gülümseyerek, “Yarın sizinle güzel bir çorba yaparız!” demiş. Bu sırada uyanmış ve kendini yatağında bulmuş. Gördüğü rüyanın etkisiyle bir süre şaşkınlık yaşamış.
Dördüncü gece küçük çocuk, ince bir ses duymuş. Etrafına bakınmış, ancak kimsecikler yokmuş. Ses bir kez daha yankılanınca merdivenin başında küçük bir fare belirmiş. Çocuk merakla sormuş:
“Sen mi konuşuyorsun, küçük fare?”
Fare, nazik bir şekilde başını sallayıp yanıtlamış:
“Evet, seni özel bir düğüne davet etmek için geldim. Bu gece yarısı iki fare evlenecek. Mutfak penceresinin altındaki basamakta çok güzel bir evleri var. Orada kutlama yapılacak.”
Çocuk şaşkınlıkla sormuş:
“Harika bir haber! Ama nasıl o kadar küçük bir delikten geçebilirim?”
Fare, onu rahatlatmaya çalışmış:
“Merak etme, ben bir yolunu bulurum.”
Fare sözlerini bitirdiğinde, çocuk birdenbire küçülmeye başlamış. O kadar küçülmüş ki sonunda fareyle aynı boyuta gelmiş. Ancak boyu küçüldüğü için pijamalarının içinde kaybolmuş ve çıkmak için epey uğraşmış. Çıplak bir şekilde düğüne gitmek istemeyen çocuk, kurşun askerlerinden birinin elbisesini ödünç almış. Üzerine geçirdiği asker üniforması ona çok yakışmış ve oldukça şık görünüyormuş.
Küçük çocuk, annesinin yüksüğüne oturmuş ve fare onu çekerek düğüne götürmüş. Basamağın altındaki dar yoldan geçerken fare:
“Buradaki koku hoşunuza gitti mi?” diye sormuş. “Tüm yolu yağla cilaladılar, harika!”
Çocuk bu soruya cevap vermeden nefis kokular eşliğinde salona ulaşmışlar. Salonun sağında şık giyimli kadın fareler, solunda ise bıyıklarını kuyruklarıyla sıvazlayan erkek fareler oturuyormuş. Salonda herkesin dikkatini çeken evlenecek çift, oyulmuş bir peynir kabuğunun içinde durmuş, birbirlerine sevgiyle bakıyormuş.
Ziyaretçiler akın akın gelirken kalabalık giderek artmış, salondaki hareket neredeyse bir izdihama dönüşmüş. Nişanlılar kapının tam önüne gelip durunca, içeriye girip çıkmak iyice zorlaşmış. Salonun her köşesine sürülen yağın kokusu, düğünün neşesine limonata ve gazoz gibi eşlik ediyormuş. Çerez olarak da nişanlıların isimlerinin baş harfleri, bezelye tanelerine oyulmuş şekilde sunulmuş.
Küçük çocuk, neşeyle dans eden farelerin arasına karışarak eğlenmiş ve hayatında böyle güzel bir düğün görmediğini söylemiş. Düğün bittikten sonra, fareyle birlikte geldiği yüksüğe binmiş ve odasına dönmüş. Odaya varınca, aynaya bakıp üzerindeki asker üniformasını görmek istemiş. Ancak aynanın boyu ona yetişmediği için hoplamış, zıplamış, ancak yine de görememiş. Tam o sırada yatağın üzerinde zıpladığını fark edip kahkahalarla gülmeye başlamış.
Onun kahkahalarını duyan annesi, kapının arkasından başını uzatıp:
“Neler oluyor burada, küçük afacan?” diyerek gülümsemiş.
Beşinci gece, uyku perisi mışıl mışıl uyuyan küçük çocuğun yanına gelmiş. Kulağına fısıldayarak:
“Beni çağıran o kadar çok insan var ki… Uykuları kaçınca yataklarında oturup düşüncelerini kovmamı dilerler. Şimdi seni güzel bir düğüne götüreceğim!” demiş.
Uyku perisi, etekleri uçuşarak çocuğu masanın üzerindeki karton evin önüne getirmiş. Karton evin içi ışıl ışıl parlıyormuş ve kapısında nöbet tutan kurşun askerler dimdik duruyormuş.
Düğün, çocuğun ablasının bebeğine aitmiş. Oyuncak nişanlılar, gelen hediyeleri almış, ancak yiyecekleri reddetmişler. Çünkü birbirlerine olan sevgileri, onlar için yeterliymiş.
Nişanlılardan biri diğerine dönüp:
“Yazlık bir eve mi yerleşelim, yoksa seyahat mı edelim?” diye sormuş. Bu soruya yanıt bulmak için sürekli seyahat eden kırlangıç ve her zaman yuvasında kuluçkaya yatan tavuğa danışmışlar.
Kırlangıç, heyecanla güzel diyarlardan bahsetmiş:
“Oralarda tatlı meyveler, gökyüzüne uzanan yüksek dağlar ve masmavi bir gökyüzü var. Havası da insanın içini serinletir.”
Tavuk ise düşüncelerini paylaşmış:
“Ah, bu kulağa hoş geliyor ama o diyarlarda bizim buradaki gibi kırmızı lahana bulamazsınız! Ben bütün yaz yavrularımla birlikte kırda yaşadım. Kum ocağında özgürce eşelerdik ve kırmızı lahana bahçelerine girerek doyana kadar yerdik. Daha güzel bir yer hayal edemiyorum!”
Nişanlılar, tavuk ve kırlangıcın önerilerini dinledikten sonra derin düşüncelere dalmışlar. Çocuk ise bu tatlı tartışmayı izlerken, olan bitene hayran kalmış.
Kırlangıç, bulunduğu yerin havasından memnun değildi ve şöyle demiş:
“Burada günler hep aynı geçiyor. Hem havalar da çok kötü.”
Tavuk ise sakin bir şekilde cevap vermiş:
“Alışılıyor.”
Kırlangıç devam etmiş:
“Çok soğuk oluyor ve her yer buz tutuyor.”
Tavuk, yine lahanalardan söz ederek:
“Lahanalar buna iyi gelir,” demiş.
Tavuk, kendi memleketinin havasını savunarak şöyle devam etmiş:
“Dört sene önce, beş hafta boyunca devam eden bir yazımız olmadı mı? Öyle ki sıcaktan bunaldık. Ayrıca burada başka memleketlerdeki zehirli hayvanlar yok. Yaşadığımız yeri güzel bulmayanlar burada yaşamayı hak etmiyorlar!”
Tavuk, biraz duygusal bir şekilde devam etmiş:
“Ben de çok gezdim ama gezmekten hiç zevk almadım!”
Bebek ise tavukla aynı fikirde olduğunu söylemiş:
“Evet, tavuk çok haklı, gezmek istemiyorum. En iyisi, biz gidip il dışındaki kum ocağına yerleşelim. Lâhana bahçelerinde dolaşırız.”
Ve sonunda, kararlarını verip dedikleri gibi de yapmışlar.
Uyku perisi, altıncı gün akşamı, çok işleri olduğunu söylemiş:
“Bu akşam, vaktim olmadığı için masal anlatamayacağım. Yarın pazar günü olduğu için yapmam gereken işler var. Tarlalara uğrayıp rüzgârın, çayırların ve yaprakların tozunu alıp almadığını kontrol edeceğim. Ardından da yıldızları parlatmak için toplayıp önlüğüme koyacağım, ama yerlerini karıştırmamam için önce onları numaralandırmam gerekecek. Ah! Ne kadar çok işim var!”
O sırada, küçük çocuğun yatağının üzerindeki duvarda asılı olan büyük babasının resmi canlanmış. Büyük baba, başını çerçeveden uzatarak şöyle demiş:
“Torunuma güzel masallar anlattığınız için size minnettarım, ama ona yalan söylemeyin. Yıldızları nasıl indirip de parlatacakmışsınız?”
Uyku perisi, bu sözlere cevaben:
“Dedeciğim, sen ailenin büyüğüsün ama ben senden yaşça daha büyüğüm. Yunanlılar ve Romalılar bana rüya tanrısı derlerdi. Bütün evlere girip çıkardım, hâlâ da öyle. Küçük veya büyük fark etmez, herkesle iyi geçinmesini bilirim.”
Sonra, uyku perisi şemsiyesini alıp gitmiş. Büyük baba ise arkasından öfkeyle:
“Şuraya bak! Artık doğruyu söylemek de mi suç?” demiş.
Yedinci günün akşamında, uyku perisi küçük çocuğun kulağına eğilmiş ve fısıldamaya başlamış:
“Bugün seni kardeşimle tanıştıracağım. Onun adı da uyku perisidir, ama o bir insana sadece bir kere misafirliğe gider. Misafir olduğu kişiyi atına bindirir ve ona masal anlatır. Sadece iki tane masal bilir: Biri, akla hayale gelmeyecek kadar hayranlık uyandırıcıdır. Diğeri ise inanılmayacak kadar kötü ve dehşete düşürücüdür.”
Çocuk, merak içinde uyku perisinin kardeşini tanımak için sabırsızlanmış, çünkü farklı ve büyülü bir dünyaya adım atacağını hissediyormuş.
Uyku perisi, küçük çocuğun elinden tutarak pencerenin önüne götürmüş ve şöyle demiş:
“İşte, kardeşim geliyor; görüyor musun?” demiş. “Sadece iskelet olarak gösterdikleri resim kitaplarındaki kadar çirkin değildir. Üzerinde simli işlemeler olan güzel bir süvari üniforması giyer. Atının arkasından siyah kadife pelerini uçuşarak geliyor. Şu gelişe bak!”
Küçük çocuk, uyku perisinin kardeşinin atına birçok kişinin binerek gelişini izlemiş. Bu kişilerin bazıları genç, bazıları ise yaşlıydı. Uyku perisinin kardeşi, onları atına bindirip yolculuğa çıkarmış. Her defasında, şu soruyu sorarak işe başlıyordu:
—Karnelerinizi görelim! Notlarınız nasıl?
Bütün insanlar, “Pekiyi!” diye cevap vermişler.
İyi ve pekiyi alanlar, atın önüne oturmuş ve çok güzel masallar dinlemişler. Orta ve zayıf alanlar ise, atın arkasına geçip en dehşet verici hikâyeleri dinlemek zorunda kalmışlar. O kadar dehşete kapılmışlar ki ağlayarak attan inmek istemişler.
Küçük çocuk, uyku perisinin kardeşini çok sevmiş ve ondan korkmamış.
“Kardeşini çok sevdim, ondan korkmamı gerektirecek bir şey yok.” demiş.
Küçük peri ise, “İyi haber, ama gayret et ki karnende hep iyi notlar olsun.” demiş.
Büyük baba, çerçeveden uzanarak şöyle mırıldanmış:
“Çok öğretici bir şey, demek ki fikrini açıkça söylemenin yararlı olduğu zamanlar da varmış.”
Böylelikle, uyku perisinin yedi günü böyle geçmiş. Kim bilir belki bu akşam gelip size de konuk olur çocuklar.
Bu güzel masal için teşekkür ederim, çok güzel. Masal oku siteniz harika.