Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir köyde yaşayan Keloğlan, annesiyle birlikte küçük bir kulübede yaşarmış. Annesiyle her zaman dertli bir hayat sürse de Keloğlan’ın kalbi iyilikle, aklı ise macera hevesiyle dolup taşarmış. Bir gün annesi ona, “Oğlum, erzak tükeniyor. Ormana git, biraz odun getir. Hem belki yolun açık olur, bir hayır kapısı bulursun,” demiş.
Keloğlan, annesinin duasını alarak yola koyulmuş. Elinde eski baltası, sırtında da küçük bir heybe varmış. Ormana girer girmez kuşların cıvıltısı ve yaprakların hışırtısı arasında kendini çok huzurlu hissetmiş. Ancak biraz ilerleyince yolun kenarında ağlayan bir genç kıza rastlamış.
Kız, altın sarısı saçlarıyla çok güzelmiş ama gözlerinden inci gibi yaşlar dökülüyormuş. Keloğlan ona yaklaşmış ve sormuş:
“Hey güzel kız, neden böyle ağlarsın? Sana yardım edebilir miyim?”
Kız başını kaldırmış ve iç çekerek anlatmaya başlamış:
“Ben bu ormanın prensesiyim. Adım Peri. Kötü bir büyücü babamı esir aldı ve krallığımızı tehdit ediyor. Kimse ona karşı koyamıyor. Eğer cesaretin varsa, büyücüyü yenmemize yardım et!”
Keloğlan biraz düşünmüş. Annesine odun götürmesi gerektiğini hatırlamış ama bir krallığın tehlikede olduğunu duyunca, “Elbette yardım ederim!” diye cevap vermiş. Prenses Peri, Keloğlan’a teşekkür etmiş ve onu büyücünün yaşadığı Kara Dağ’a götürmek üzere yola çıkmışlar.
Yolda giderken türlü tehlikelerle karşılaşmışlar. Önce, derin bir uçurumun başında durmuşlar. Prenses, uçurumun ancak doğru cevapla geçileceğini söylemiş ve duvardaki bilmeceyi göstermiş:
“Ne kadar alırsanız, o kadar büyür. Bu nedir?”
Keloğlan biraz kaşlarını çatmış, düşünmüş ve gülümseyerek cevap vermiş:
“Çukur!”
Bu doğru cevapla birlikte uçurumun üzerindeki köprü belirmiş. Köprüyü geçtikten sonra, devasa bir ejderha yollarını kesmiş. Ejderha ateş püskürterek kükremiş:
“Benimle savaşmadan buradan geçemezsiniz!”
Keloğlan kılıcı olmadığı için cesaretini ve aklını kullanmış. Ejderhanın karşısına geçmiş ve “Ey büyük ejderha, eğer beni yersen karnın doyar mı?” diye sormuş. Ejderha şaşırmış:
“Hayır, sen küçücüksün, beni doyuramazsın!”
Keloğlan devam etmiş:
“O halde beni bırak, sana buradan geçmen için teşekkür ederim!”
Ejderha bu mantıklı sözlere gülmüş ve onları geçirmiş.
Sonunda Kara Dağ’ın zirvesine ulaştıklarında, kötü büyücüyle yüz yüze gelmişler. Büyücü, elindeki asasını sallayarak Keloğlan’a tehdit savurmuş:
“Sıradan bir köylü, beni mi alt edecek? Güldürme beni!”
Keloğlan sakin ama kararlı bir şekilde büyücüye yaklaşmış ve büyücünün zayıf noktasını aramış. Bir süre sonra fark etmiş ki büyücünün gücünün kaynağı, boynundaki siyah taşmış. Prenses Peri dikkatini çekmiş:
“Keloğlan, taşı kırabilirsek büyü bozulur!”
Keloğlan zeki bir plan yapmış. Büyücüyle konuşarak dikkatini dağıtmış ve bir anda baltasını fırlatarak siyah taşı paramparça etmiş. Taş kırılır kırılmaz, büyücü bir duman bulutuna dönüşerek yok olmuş.
Büyü bozulunca, prensesin babası ve krallığı kurtulmuş. Keloğlan hem krallığın hem de halkın sevgisini kazanmış. Ancak krallar ona taç ve servet teklif ettiğinde, gülerek şöyle demiş:
“Ben köyümde annemle mutlu yaşarım. Tek istediğim, köyümün huzur içinde olması.”
Keloğlan, krallığın teşekkür hediyesi olarak aldığı birkaç altın ve erzakla köyüne dönmüş. Annesine olanları anlattığında, annesi ona sarılarak, “Ah benim cesur oğlum!” demiş.
O günden sonra Keloğlan’ın adı iyilik ve cesaretle anılmış. Ve onlar, sonsuza kadar mutlu yaşamışlar.
Masal oku ve yepyeni dünyalara kapı arala. Masalımız burada biter, dostluk ve cesaret gönüllere gelir! 😊