Bir gün, ulu bir ağaç, kendisinden kısa mesafede büyümekte olan incecik bir kamışa seslendi. Dalları gökyüzüne uzanan, heybetiyle çevresindeki her şeye hükmettiğini düşünen bu ağaç, küçümseyici bir tonda şöyle dedi:
“Sen neden köklerini derinlere uzatmıyorsun? Neden benim gibi heybetli bir gövdeye ve dallara sahip olmak için büyümüyorsun? Baksana bana! Toprağa sıkı sıkıya tutunmuş, göğe doğru yükselmişim. Bunu sen de yapabilirsin!”
Kamış, hafifçe rüzgârla eğilerek, alçak bir sesle cevap verdi:
“Ben halimden memnunum. Görkemli olmayabilirim ama bu hâlimle kendimi daha emniyette hissediyorum.”
Ağaç bu sözlere kahkahalarla güldü:
“Emniyet mi? Hangi tehlikeden söz ediyorsun? Benim köklerimi kim yerinden sökebilir? Gövdem o kadar sağlam ki, kimse beni deviremez ya da bükemez! Güvende olmak istiyorsan, benim gibi olmalısın.”
Kamış, ağacın kendini beğenmiş sözlerine sessizce boyun eğdi. Cevap vermedi ama içten içe, alçakgönüllülüğünün bir gün onu koruyacağını biliyordu. Zaman geçti, rüzgârlar esti, yağmurlar yağdı. Ağaç, heybetli görüntüsüyle her şeyin üstesinden geldiğini düşünerek, çevresine üstünlük taslamaya devam etti.
Derken bir gün, gökyüzü karardı, ortalığı dehşet bir kasırga sardı. Rüzgâr öyle şiddetli esti ki, yüce ağacın dallarını kırıp savurdu. Onun güçlü kökleri bile kasırganın gücüne dayanamadı. Topraktan sökülüp yere devrildi. Bir zamanlar göğe meydan okuyan o görkemli ağaç, şimdi kütükten farksız bir şekilde yerde yatıyordu.
Kamış ise fırtınaya boyun eğmiş, rüzgârın yönüne göre eğilmiş, sağa sola savrulmuştu. Ancak kasırga dindiğinde, hiçbir zarar görmemişti. Yine dimdik duruyordu, her zamanki gibi.
Bu olay, önemli bir ders verdi: Güç ve büyüklük her zaman emniyet getirmez. Bazen alçakgönüllülük ve esneklik, insanı beklenmedik tehlikelerden korur. Kanaatkâr olmak, çoğu zaman güvenli bir yaşam sağlar.