Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, çok uzak diyarlarda, masal diyarında bir köy varmış. Bu köyde elinden her iş gelen, yüreği pırıl pırıl bir genç kız yaşarmış. Adı Gülçiçek’miş; köylü ona “Gül gibi güzel, çiçek gibi narin” dermiş, çünkü hem içi hem dışı güzellik doluymuş.
Gülçiçek’in en büyük hayali, köyün ardındaki efsanevi “Altın Rüzgâr Tepesi”ne çıkmakmış. Derler ki, bu tepe her bahar sabahında altın rüzgârlarla dalgalanır, zirvesine çıkanın en içten dileği gerçekleşirmiş.
Bir sabah erkenden, güneş doğarken Gülçiçek yola koyulmuş. Yanına minik dostu, sevimli serçesi Alaca’yı da almış. Alaca ona hem yol gösterir hem de yoldaş olurmuş. Yol uzun ve zorluymuş; ama Gülçiçek’in kalbi kararlıymış.
Yolda ilerlerken karşısına üç yaşlı ihtiyar çıkmış. Bu ihtiyarlar ne su isterlermiş ne de ekmek; her biri, Gülçiçek’e yüreğinden bir parça arar gibi üç soru sormuş.
İlk ihtiyar, bilge gözleriyle sormuş: “Evlat, Altın Rüzgâr Tepesi’ne çıkanın dileği kabul olur. Senin dileğin nedir?”
Gülçiçek tereddütsüz cevap vermiş: “Benim dileğim, köyümüzün kurak topraklarına su getirmek. Bir su kaynağı bulup, köyüme bereket vermek istiyorum.”
İhtiyar, memnun bir şekilde başını sallayıp yola devam etmiş.
İkinci ihtiyar, yüzü gül yaprakları gibi nazik, sormuş: “Evlat, bu yol tehlikeli olabilir. Yol boyunca bir korkun var mı?”
Gülçiçek yüreğini açarak: “Korkum yoktur, ama merhametim çoktur. Her cana sevgiyle bakarım,” demiş.
İhtiyar, bu cevaptan memnun kalıp yoluna gitmiş.
Son olarak üçüncü ihtiyar, incecik bir sesle sormuş: “Evlat, tepeye ulaştığında geriye dönüp köyünü unutacak mısın?”
Gülçiçek yine içtenlikle: “Ben köyüm için yaşıyorum. Oradaki her canı, her ağacı, her kuşu seviyorum,” demiş.
Üç ihtiyar, Gülçiçek’in gözlerine bakmış ve birbirlerine anlamlı bir gülümsemeyle başlarını sallamışlar. Bu ihtiyarlar aslında Altın Rüzgâr Tepesi’nin koruyucusu olan rüzgâr perileriymiş. Gülçiçek’in iyilik dolu kalbini görünce ona yardım etmeye karar vermişler.
Gülçiçek, yoluna devam etmiş ve en sonunda Altın Rüzgâr Tepesi’ne ulaşmış. Tepede, göğe dönüp içten bir dua etmiş: “Ey göklerin rüzgârları, köyüme bereket getir!”
O anda altın gibi parlayan bir rüzgâr esmiş, Gülçiçek’in saçlarını dalgalandırmış. Rüzgâr tatlı bir fısıltıyla ona şöyle demiş: “Dileğin kabul oldu, güzel yürekli Gülçiçek. Geri döndüğünde, köyünün ortasında bir su kaynağı bulacaksın.”
Gülçiçek mutlulukla köyüne dönmüş ve gerçekten de köyün ortasında pırıl pırıl akan bir kaynak bulmuş. O günden sonra köyün toprakları bereketlenmiş, herkes huzurlu bir hayat sürmüş.
Her bahar, Altın Rüzgâr Tepesi’nden gelen rüzgâr, Gülçiçek’in yüreğindeki iyiliği hatırlatırmış. Gök rüzgârı şahidim olsun, masal burada sona ermiş.
Gökten üç elma düşmüş; biri anlatanın, biri dinleyenin, biri de iyilik eden Gülçiçek’in başına…