Bir varmış, bir yokmuş… Güneşin ışıkları, altın iğneler gibi denizin derin sularına işlediği bir zamanda, uzak diyarların birinde, rüzgarların dillerini bildiği bir kız yaşarmış. Adı Lira’ymış. Lira, göğün mavisini kıskandıracak kadar parlak gözlere sahip, saçları ise ay ışığının geceye düştüğü gibi ince bir parıltıyla dalgalanan bir genç kızmış.
Bir gün, Lira deniz kıyısında otururken, dalgaların usulca kıyıya vurduğu yerde gizemli bir kutu bulmuş. Bu kutu, tuhaf desenlerle bezeli, sedefle işlenmiş ve kapalıymış. Etrafa tatlı bir tuz kokusu yayılıyormuş, ama kutu sıradan bir şey gibi değilmiş. Sanki içinde fısıldayan, bekleyen bir şeyler varmış. Merakına yenilen Lira, kutuyu kucağına alıp eve götürmüş.
Gece olunca, kutuyu açmaya karar vermiş. Ay, penceresinden içeri dökülmüş, yıldızlar sanki onunla birlikte nefes alırmış gibi sessizce izliyormuş. Lira kutunun kapağını yavaşça kaldırdığında, içinden incecik, mavi bir ışık yayılmış. Bu ışık, küçük bir dalga gibi odanın duvarlarına yayılarak, odanın içini denizin dibinde gibi hissettirmiş. Derken, ışık ortasında şekillenen bir varlık belirmiş; narin kanatları olan, parıldayan gözlü bir deniz perisi.
Peri, ince ve berrak sesiyle konuşmuş: “Ey Lira, kutuyu açan cesur kız, senin aradığın şey nedir?” demiş.
Lira önce şaşkınlıkla bakmış, sonra titreyen sesiyle cevap vermiş: “Aradığım şey… belki bir sır, belki de bir macera. Ama en çok, kalbimde eksik bir parçayı bulmak istiyorum.”
Peri, kanatlarını hafifçe çırpıp gökyüzüne baktı. “O halde sana denizin derinliklerinde saklı olan bir sır vereceğim,” demiş. “Ama bu sır, sadece onu bulmak isteyenin görebileceği bir gerçeği saklar.”
Ertesi sabah, Lira perinin işaret ettiği yolu izleyerek, uçsuz bucaksız denizlere doğru yelken açmış. Yolları denizin altına uzanan, gözle görülmeyen bir kapıya ulaşmış. Bu kapı, suyun en derin yerlerinde, sır dolu bir mağaraya açılıyormuş. Mağaranın duvarları, parlak mercanlarla bezeli, her köşesi eski zamanlardan kalma hikayelerle işlenmiş. Lira, denizin soğuk kollarında süzülerek ilerlemiş ve sonunda mağaranın tam ortasında durduğu an, peri tekrar belirmiş.
“Burada, yalnızca kalbindeki gerçek arzuyla yüzleşenler bulabilirler aradıklarını,” demiş peri. “Sor kendine, Lira. Ne arıyorsun?”
Lira gözlerini kapatmış ve içindeki sessizliği dinlemiş. Sonra fısıldayarak konuşmuş: “Kendimi arıyorum… Gerçek benliğimi.”
O anda, deniz titremiş, mağaradaki mercanlar ışıl ışıl parlamış. Lira’nın kalbinde gizli olan o eksik parça, bir ışık hüzmesi gibi yükselmiş ve onu sarmış. Ve o an anlamış ki, yıllardır peşinde koştuğu sır, kendisini kabullenmekten ve içindeki ışığı görmeye cesaret etmekten ibaretmiş.
Denizlerin derinliği, tıpkı insanın iç dünyası gibi uçsuz bucaksızmış; ve Lira, artık kendi içindeki denizleri keşfetmekten korkmayan bir kızmış.
Ve işte o günden sonra, Lira nereye giderse gitsin, içinde taşıdığı ışığı ve denizlerin sırrını unutmadan yaşamış. Peri ise ona hep rehber olmuş, denizin en derin sularında bir ışık gibi yanmaya devam etmiş.
Gökyüzü, deniz, rüzgarlar, hepsi onun macerasının şahitleri olmuş. Ve böylece, Lira kendi masalının kahramanı olarak, içindeki gizli dünyaları keşfetmeye devam etmiş.
Göklerde uçan yıldızların fısıldadığı gibi, her kalp kendi denizinde bir masal saklar.