Bir zamanlar, uzak diyarlardaki sislerle örtülü bir vadide, rüzgârın şarkı söylediği, dağların fısıldadığı bir kasaba varmış. Bu kasabanın adı Vardiyel’miş. Güneş her sabah dağların arkasından doğar, gökyüzünü altın bir örtüyle kaplarken, çam ağaçlarının gölgeleri, masal gibi nehir boyunca dans edermiş. İnsanlar Vardiyel’in bu büyülü atmosferinde huzur içinde yaşar, kasabada kimse bir gölgeden korkmaz, çünkü bu gölgeler yalnızca dostmuş; rüzgârın, suyun ve toprağın kadim ruhları gibi.
Vardiyel’in en yaşlısı, bilge Ada, dağların ötesindeki dünyayı çok az gören, ancak rüyalarında uzak diyarlara yolculuk eden bir kadınmış. Gençliğinde dağların ardındaki ormanlara gittiğini, o ormanlarda ağaçların yürüdüğünü, rüzgârın ise şekil alıp konuştuğunu anlatırmış. Ada’nın bu hikâyeleri, köy halkının uykusunu tatlandıran masallar gibiydi. Ancak bu masallarda bir sır gizliymiş; köyün çocukları her hikâyede aynı tuhaf sözü işitirlermiş: “Gölge Asası uyanınca, Vardiyel’in rüyası sona erecek.”
Bu kasaba, yıllardır parlak günler ve yıldızlarla bezeli geceler yaşasa da, Ada bir gün kasabanın üzerinde dolaşan bir kara bulut fark etmiş. Gözleri buluttan ürkmüş, yüreği hızla çarpmaya başlamış. Bu, normal bir bulut değilmiş. Bir gece, gökyüzü karardığında, kasabanın ortasında devasa, eski bir ağacın dibinden bir gölge yükselmeye başlamış. Gölge, önce küçük bir sis gibi belirmiş, sonra büyümüş, şekil almış, devasa bir yaratığa dönüşmüş. Kocaman siyah gözleri, vadideki ışığı yutmuş gibi parlıyormuş.
Vardiyel halkı korkuyla kaçışırken, Ada, kasabanın en cesur genci olan Alhan’ı yanına çağırmış. Alhan, keskin bakışları ve sessizce akan bir nehir gibi sabırlı kalbiyle bilinen, cesur bir delikanlıymış. Ada ona eski masalların sırrını anlatmış: “Gölge Asası, dağların ötesindeki yüce bir varlığın eseridir. Eğer o gölge yeniden uyanırsa, Vardiyel rüyasından sonsuza kadar uyanır. Ancak bir umut var. Gölgenin karşısına yalnızca saf bir kalple çıkabilen biri durabilir.”
Alhan, elinde bir pusula ve Ada’nın ona verdiği eski bir haritayla dağlara doğru yola koyulmuş. Dağların zirvelerine vardığında, her adımında, rüzgârın ona fısıldadığı eski şarkılar duymaya başlamış. Bu, Ada’nın bahsettiği kadim ruhların fısıltılarıymış. Alhan, bir mağaraya ulaşmış; mağaranın derinliklerinde, Gölge Asası’nın sırlarını saklayan bir yazıt bulmuş. Yazıta dokunduğunda, etrafını parlak bir ışık sarmış ve karşısına, elinde parıldayan bir asa tutan beyaz bir figür belirmiş.
Bu figür ona şöyle demiş: “Asa, karanlığı dindirecek, ancak yalnızca kalbinin en derinindeki cesareti bulduğunda.” Alhan, ışık dolu gözlerle figüre bakmış ve karanlık gölgeye karşı içindeki en saf niyeti ortaya koyarak yemin etmiş. Asa ona teslim edilmiş ve Alhan, mağaradan çıktığında, gökyüzü yeniden aydınlanmaya başlamış.
Vardiyel’e döndüğünde, gölge kasabayı yutmak üzereymiş. Alhan, Gölge Asası’nı havaya kaldırıp karanlığa doğru yönelttiğinde, ışık ve gölge birbirine karışmış, kasabanın etrafında bir girdap oluşturmuş. Işık, gölgeyi yutmuş ve Vardiyel, yeniden huzurlu sabahlarına kavuşmuş.
O günden sonra, Vardiyel halkı, dağlardan gelen rüzgârla her sabah yeni bir şarkı işitmiş. Alhan, kasabanın kahramanı olmuş, ancak o, daima gölgelerin de birer parça olduğunu, karanlığın içinde dahi bir ışık bulmanın mümkün olduğunu hatırlatmış. Çünkü her masalın bir gölgesi, her gölgenin ise bir ışığı varmış.