Sabırla Gelen Bilgelik

Bir varmış, bir yokmuş… Uzak diyarların, göz alabildiğine uzanan yemyeşil ormanların derinliklerinde, Gökyüzü Dağı’nın eteklerinde yaşayan minik bir tilki varmış. Bu tilkinin adı Parlakmış. Parlak, her sabah ilk ışıklarla birlikte uyanır, doğanın kokusunu içine çekerek ormanın kuytu köşelerini keşfe çıkarmayı çok severmiş. Ancak onu diğer tilkilerden ayıran bir özelliği varmış: Parlak, her şeyin sırlarını öğrenmek için karşı konulmaz bir merak besler, durmadan sorular sorar, her detayı bilmek istermiş.

Bir gün, Parlak ormanın en yaşlı ve bilge canlısı olan kadim kaplumbağa Bilgekap’ı ziyarete gitmiş. Bilgekap, derin göletin hemen yanında yaşar ve Parlak’ın sorularına her zaman sabırla yanıt verirmiş. Parlak, gözleri pırıl pırıl bir halde yanına oturmuş ve heyecanla sormuş:

“Bilgekap, bana her şeyi öğretir misin? Bu dünyada bilmediğim hiçbir şey kalmasın istiyorum!”

Bilgekap, bir an sessizce düşünmüş, ardından yavaşça konuşmaya başlamış:
“Her şeyi bilmek, sandığından daha ağır bir yüktür, Parlak. Bilgelik, sadece bilmekle değil, anlamak ve doğru kullanmakla gelir.”

Parlak, bu sözleri anlamamış. “Ama ben hepsini öğrenmek istiyorum! Hangi yıldızın ne zaman doğduğunu, ağaçların rüzgarla nasıl fısıldaştığını, hatta gölün dibinde hangi sırların saklı olduğunu bile!”

Bilgekap, derin bir nefes alarak suya bakmış. “O halde, sana bir sır vereceğim,” demiş ve gölete doğru eğilerek Parlak’a suya bakmasını işaret etmiş. Parlak, merakla suyun yüzeyine bakmış ama görebildiği tek şey, kendi yansımasıymış. Bilgekap devam etmiş:
“Her sır, seni biraz daha kendine yaklaştırır. Eğer öğrenmek için acele edersen, yalnızca kendi yansımanla karşılaşırsın. Ama sabırlı olursan, suyun derinliklerinde daha fazlasını görebilirsin.”

Parlak, suyun yüzeyine bir kez daha bakmış ama yine sadece kendini görmüş. Kafası karışmıştı, ama Bilgekap’ın ne demek istediğini anlayamamış. “Nasıl yani? Daha fazla beklersem ne göreceğim?” diye sormuş.

Bilgekap gülümsemiş ve yavaşça doğrulmuş. “Zamanla anlayacaksın, küçük dostum. Acele etmek seni sadece yüzeyde tutar. Gerçek bilgelik, sabır ve doğru zamanda doğru soruları sormakla gelir.”

O günden sonra Parlak, ormanda dolaşırken daha dikkatli bakmaya başlamış. Önceleri fark etmediği küçük detayları görür olmuş: Rüzgarın yapraklara fısıldadığı eski hikayeleri, kuşların kanat çırpışındaki melodileri, karıncaların zorlu yolculuklarını… Her geçen gün daha çok öğreniyor, ama öğrenmenin aceleye gelmediğini de fark ediyormuş.

Bir gün, ormanın en uzak köşesindeki yaşlı çınarın altında durduğunda, gökyüzüne bakıp gülümsemiş. Artık her şeyin cevabını bilmek istemiyormuş. Çünkü anlamış ki, bazen bilmemek de bir bilgeliktir. Bilmediklerinin peşinden koşmak yerine, onların zamanla ve sabırla kendisine gelmesini beklemesi gerektiğini öğrenmiş.

Masal bu ya, Parlak’ın öğrendiği en büyük ders şu olmuş: Bilmek, yalnızca cevapları toplamak değil; doğru zamanda doğru soruları sormak ve her cevabın peşinden koşmamakmış. Sabırla bekleyenler, en değerli bilgileri bir gün suyun derinliklerinde bulurmuş.

Ve gökyüzü, o gün Parlak’a bir sır daha fısıldamış: En güzel cevaplarsa, zaten içimizde saklıymış.

Sonuç olarak acele etmek, bizi yalnızca yüzeyde tutar; gerçek bilgelik, sabır ve derin düşünmekle gelir.

İlgili Masallar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz