Bir varmış, bir yokmuş… Güneşin parıldadığı, çiçeklerin mis gibi koktuğu bir bahar sabahında minik bir kelebek dünyaya gelmiş. Bu kelebek o kadar küçükmüş ki kanatları neredeyse incecik bir tüy gibiymiş. Ama kanatları, gökyüzündeki tüm renkleri taşır gibi rengarenkmiş. Adı da Pıtırcık’mış.
Bir gün Pıtırcık, “Kanatlarımı çırpıp uçmaya başlasam ne güzel olur,” diye düşünmüş. Hemen minik kanatlarını çırpmış, çırpmış ve pof! Uçmuş!
Uçarak gitmiş, uçarak gitmiş, derken bir kırmızı çiçeğe rastlamış. Çiçek o kadar parlak ve güzelmiş ki Pıtırcık çok sevinmiş. “Merhaba Kırmızı Çiçek!” demiş. Çiçek de “Hoş geldin Pıtırcık!” diye cevap vermiş.
Sonra Pıtırcık başka çiçeklerin de kokusunu almak istemiş. Hemen biraz daha uçmuş ve sarı bir çiçeğe rastlamış. Bu çiçek tıpkı güneş gibi parlıyormuş. Pıtırcık heyecanla, “Merhaba Sarı Çiçek!” demiş. Sarı çiçek de “Hoş geldin, Pıtırcık!” diye gülümsemiş.
Pıtırcık daha da meraklanmış, bakalım başka hangi çiçekler var diye uçmaya devam etmiş. Bu sefer mavi bir çiçeğe rastlamış. Çiçek sanki gökyüzünden bir parça almış gibi maviymiş. “Merhaba Mavi Çiçek!” diye seslenmiş. Mavi çiçek de “Merhaba tatlı Pıtırcık!” diye onu selamlamış.
Pıtırcık, o kadar mutlu olmuş ki kanatlarını çırpa çırpa gökyüzüne doğru uçmuş. Kırmızı, sarı ve mavi çiçeklerle dost olmuş. Her sabah onların yanına gidip onlarla sohbet etmiş, onlara şarkılar söylemiş. Çiçekler de Pıtırcık’ın dostluğu sayesinde daha bir renkli açmışlar, daha güzel kokmuşlar.
İşte Pıtırcık’ın her sabah çiçeklerle buluştuğu bu bahar, hep renkli ve neşeli geçermiş. Çünkü dostluk, çiçekleri bile daha güzel yaparmış.
Gökten üç elma düşmüş, biri Pıtırcık’a, biri çiçeklere, biri de masalını dinleyen minik bebeğe…
Masal burada bitmiş, Pıtırcık ile çiçeklerin dostluğu ise sonsuza dek sürmüş.