Büyülü Şato

Bir zamanlar fakir ve akıllı bir çoban vardı. Bu çoban, başkalarının sürülerini az bir para karşılığında otlatır, geçimini bu şekilde sağlardı. Fakat onun senelerden beri canını sıkan bir sorunu vardı. Uzun süredir evliydi ancak çocuğu olmuyordu.

Çobanın bir günü diğerinden farklı değildi. Yine bir gün sürüyü otlatırken aydınlıktan daha aydınlık bir ışık hüzmesinin tam da önünde belirdiğini fark etti. Kaçmak istese de kaçamadı, korkudan bulunduğu yerde donakaldı.

Biraz sonra ışık hüzmesinin içinden bir peri peyda oldu ve ona “Ben iyilik perisiyim, sana yardım etmek için buradayım.” dedi.

Çoban biraz önceki şokun etkisindeydi hâlâ, ancak kendine gelmesi uzun sürmedi ve periye, “Bana nasıl yardım edebilirsin ki?” diye sordu.

Peri, “Yardıma muhtaç olanlara yardım ederim. Senin de çocuğun olmadığını ve bu durumun seni çok üzdüğünü biliyorum. Sana bu konuda yardım edeceğim” diyerek ona bir harita, küçük bir kutu boya, bir bahçe makası ve bir de altın bir anahtar takdim ederek sözlerine devam etti: “Bu harita büyülü bir şatoya ait. Zorlu ve tehlikeli yollardan geçerek bu şatoya ulaşır ve doğurganlık iksirini alabilirsen işte o zaman çocuğun olur.” dedi. “Bu iksirden karın ve sen eşit miktarda içmelisiniz.”

Çoban bu durumu akşam karısına anlattı. Karısı ilk önce bu durumdan hoşnut olmasa da sonrasında gitmesine razı gelmek zorunda kaldı.

Sabahın ilk ışıklarıyla yola çıkan çoban, iyilik perisinin kendisine verdiği haritayı ve diğer eşyaları da heybesine koymayı ihmal etmedi.

Bir süre sonra kendisini bir ormanın içinde buldu. Burası, devlerin yaşadığı tehlikeli bir ormandı. İleride iki devin sohbet etmekte olduğunu gören çoban, bu iki koca devi nasıl alt etmesi gerektiğini çok fazla düşünmedi ve hemen aklına perinin kendisine verdiği küçük kutudaki boya geldi. Çoban, devler uyuyana kadar saklandığı yerden çıkmadı ve çok geçmeden bu miskinlerin koca bir çınarın altında uyuyakaldıklarını gördü.

Parmak uçlarına basarak sessiz bir şekilde onlara yaklaşan çoban, elindeki bir kutu boyayla her ikisinin de yüzlerini açık bir yer kalmayacak şekilde siyaha boyadı. Ardından “Uyanın!” diye bağırarak bu iki koca yaratığı ağır uykularından uyandırmayı başardı.

Devler uyandırıldıklarına çok sinirlendiklerinden bir hışımla çobanın üzerine atlayıp onu yakalamayı düşündüler ancak çoban onlara “Siz orman ruhu tarafından lanetlendiniz,” dedi, “inanmıyorsanız yüzlerinize bakın.”

Bu koca devler, yüzlerinin kömürden bozma hâlini görünce korkudan ne yapacaklarını şaşırdılar ve çobana, “Peki, bu lanetten nasıl kurtulacağız?” diye sordular. Bunun üzerine, “Orman ruhu, sizin gibi tembel olanlara karşı büyük bir nefret duyar. Eğer ormanın batı yönüne doğru güneş batana dek koşarsanız işte o zaman bu lanetten kurtulursunuz” dedi çoban.

Devler, çobanın bu söylediğine inanarak âdeta birbirleriyle büyük bir yarışa girişmişçesine koşmaya başladılar. Çoban ise bu iki büyük tehlikeden kurtulmuş olmanın verdiği mutlulukla yoluna devam etti.

Saatler sonra, gideceği yolu bütünüyle kaplayan büyük bir kapıya rast geldi. Ne ettiyse kapıyı bir türlü açmayı başaramadı. Düşündü, taşındı; ancak bir çıkar yol bulamadı. Biraz sonra aklına perinin kendisine vermiş olduğu altın anahtar geldi. Anahtarla kapıyı açmayı deneyen çoban, nihâyet kapıyı açmayı başardı.

Bu engeli de başarıyla aşan çoban, varacağı yere biraz daha yaklaşmış olmanın sevinciyle yoluna devam etti. Derken, hiçbir vakit gün ışığı görmeyen, karanlık ve bir o kadar da korkutucu bir yere vardı. Burası Karanlıklar Diyarı’ydı. Gözünün önünü görmediğinden ellerini önüne doğru tutarak küçük adımlarla ilerlemeye çalıştı fakat bu şekilde bu yolu aşmanın mümkün olmayacağını biliyordu. Biraz sonra az ileride küçük bir parıltı fark etti. O yöne doğru ilerlediğinde bu küçük ışık kaynağının örümcek ağlarına takılı bir ateş böceğine ait olduğunu gördü.

Ateş böceğinin bu esaretine dayanamayan çoban, onu örümcek ağlarından kurtardı ve özgürlüğüne kavuşturdu. Bunun üzerine ateş böceği şu soruyu sordu: “Beni esaretten kurtardın, hayatımı bağışladın, artık sana bir vefa borcum var. Söyle, sana nasıl yardım edebilirim?”

“Karanlıklar Diyarı’nı aşmam için yolumu aydınlatırsan çok sevinirim” dedi çoban.

Ateş böceği, diğer arkadaşlarını da yanına alarak Karanlıklar Diyarı’nın bitişine kadar ona refakat etti.

Bu karanlık yerin sonuna yaklaştıklarında ateş böceği ve arkadaşları, “Bizden bu kadar, yolun açık olsun” diyerek geri döndüler. Ancak çobanın karşısında bu diyardan kurtulmasına engel olabilecek sarmaşıklar vardı şimdi de. Bu sarmaşıkları da yine perinin kendisine verdiği bahçe makasıyla kesmeyi başaran çoban, Karanlıklar Diyarı’ndan çıkmayı başardı.

Bir süre sonra karşısında büyülü şatoyu görünce umut dolu gözlerle ilerlemeye devam etti. Kimsenin girmeye cesaret edemeyeceği devasa büyüklükteki şatonun kapısının önüne geldiğinde kapının birden kendi kendine açıldığını gören çoban korkuya kapıldı. Ani bir hareketle geri çekilmeye çalıştıysa da İçeriden bir ses “Gel!” diye seslendi. Korkunun ecele faydası olmadığını düşünen çoban, içeri doğru ilerledi. İçeride yaşlı bir adamla karşılaştı.

“Senin buraya niçin geldiğini biliyorum insanoğlu, henüz sen gelmeden haberini çok önceden aldım.” diyen yaşlı adam, bir sandık hazine ve bir şişe iksiri ona göstererek sözlerine devam etti: “Bunlar senindir. Şimdi bu hazine ve iksiri al!”

Hediyelerini alan çoban, geldiği yoldan geri döndü. Gidiş yolunda bütün engelleri tek tek ortadan kaldırdığından, dönerken hiçbir zorluk yaşamadan nihayet evine varmayı başarabildi.

İksiri içen çoban ve karısının bir süre sonra çocukları da oldu ve ömürlerinin geri kalanını fakirlikten uzak, mutlu bir şekilde yaşadılar.

İlgili Masallar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz