Aslan ile Fare

Günün ilk ışıkları ormanın kalbine ince bir tül gibi sızarken, uykuya dalmış güçlü bir aslan devasa gövdesini serin toprak üstünde dinlendiriyordu. Güneş yeni doğmuştu; altın ışıklar dalların arasından süzülerek aslanın kürkünü sarmalıyor, kaslarını okşuyordu. Her an patlayacak gibi bir güce sahip bu vahşi yaratık, uyurken huzurlu ve sakin görünüyordu. Fakat doğa, aslanın sessizliğini bozacak küçük bir sürpriz hazırlamıştı.

O sırada, çalıların arasından minicik bir fare hızlı adımlarla ilerliyordu. Gözleri pırıl pırıl, anten gibi hareket eden bıyıkları etrafı kolaçan ediyordu. Küçücük gövdesine kıyasla cesur ve cıvıl cıvıldı; yolları keşfetmekten, her yere dokunmaktan hoşlanıyordu. Ancak dikkatsizliğiyle koskoca aslanın üzerine doğru koştuğunu fark edemedi. Fare, aslanın devasa patisinin dibine varınca durdu. Hemen kaçmayı düşündü ama tüylerinin diken diken olması için artık çok geçti. Uyuyan aslan bir hırıltı çıkardı ve göz kapaklarını hafifçe araladı.

Aslan, patisinin yanında titreyen minik fareyi görünce kaşlarını çattı. Koca bir gürültüyle kükredi, ormanın derinlerinde yankılandı. Fare ise korkuyla büzüldü, bir böceğin bile sığacağı küçücük bir alana saklanırcasına eğildi. Ama gözlerinde sadece korku değil, aynı zamanda bir umut ışığı vardı. O minicik yüreğiyle aslana yalvarmaya başladı:

“Ne olur, beni affet, yüce aslan! Söz veriyorum, bir gün sana yardımcı olabilirim. Belki bir gün sana borcumu öderim.” Sesinde tatlı bir naiflik, kelimelerinde samimi bir çaresizlik vardı.

Aslan, fareye baktı; dudaklarında bir küçümseme belirdi. Nasıl olur da bu küçücük yaratık ona, ormanın en yırtıcı ve kudretli hayvanına yardım edebilirdi ki? Fakat yine de, faredeki bu cesareti takdir etmekten kendini alamadı. Derin bir nefes aldı ve kükreme, yerini dingin bir sessizliğe bıraktı. Koca patisini fareden çekti ve “Git!” dedi. Fare hemen sıçrayarak ormanın derinliklerine kaçtı.

Zaman geçip gitti. Bir gün, aslan güçlü pençeleriyle ormanda dolanırken bir tuzağa yakalandı. Kalın, sağlam iplerden yapılmış bir ağ aslanın çevresini sardı, onu sıkı sıkıya kavradı. Aslan, bütün gücüyle kurtulmaya çalıştı; pençeleriyle ipleri koparmak istedi, ama ağ daha da sıkılaştı. Yavaşça hareketleri kısıtlanıyor, nefesi zorlanıyordu. Çaresizlik içinde kükredi; sesinin gücü tüm ormanda yankılandı, ancak kimse onu duymuyordu.

Tam o sırada, küçük bir hışırtı duyuldu. Bu ses, aslanın tanıdık geldiği o küçücük fareden başkası değildi. Fare, aslanın yanına hızla yaklaştı. Aslan bir an ona baktı ve belki de hayatında ilk kez bu kadar çaresiz hissederek gözlerinde bir umut ışığı belirdi. Fare, hiç vakit kaybetmeden aslanın bağlandığı ipleri kesmeye başladı; minik ama keskin dişleriyle ağı bir dantel gibi çözüyordu. İpler bir bir gevşedi, ağ yavaşça açıldı. Nihayet, aslan özgürlüğüne kavuştu.

Aslan, özgürlüğünün tadını çıkararak ayağa kalktı. Fareye baktı, gözlerinde minnet ve derin bir şaşkınlık vardı. O an, küçücük bir canlının bile bir dev kadar cesur ve güçlü olabileceğini anladı. Eğilerek fareye teşekkür etti ve nazikçe şöyle dedi: “Senin gibi cesur bir dostum olduğu için şanslıyım. Bugün bana bir ders verdin: her canlı, küçücük bile olsa değerli bir dost olabilir.”

Böylece aslan, kendine verilen bu dersi ömrü boyunca unutmadı. Fare ise, kendini küçümsemeyen bir dost kazandığı için mutluydu. O günden sonra bu iki farklı dünyadan gelen yaratık, ormanda dostça yaşamaya devam etti.

İlgili Masallar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz