Perşembe, Mayıs 15, 2025
Masal OkuDünya MasallarıGrimm MasallarıKurbağa Prens ve Demir Heinrich

Kurbağa Prens ve Demir Heinrich

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde uzak bir ülkede bir kral yaşarmış. Bu kralın üç kızı varmış; hepsi birbirinden güzelmiş ama en küçüğü öylesine güzelmiş ki, gökyüzünde her şeyi görmüş güneş bile bu kıza rastladığında hayranlıkla durup kalırmış. Kralın sarayının yakınlarında, içi karanlık, büyük bir orman varmış. Bu ormanın derinliklerinde, yaşlı bir ıhlamur ağacının altında serin, gizemli bir kuyu bulunurmuş.

Günün birinde, sıcak bir yaz öğlesinde, en küçük prenses ormana gitmiş. Serinlemek için her zamanki gibi kuyunun yanına oturmuş. Yanında en sevdiği oyuncağı olan altın topu da varmış. Oyun oynamayı çok severmiş; topu havaya atıp tutar, böylece sıkıntısını unuturmuş.

O gün de topunu havaya fırlatırken bir anlık dalgınlıkla onu tutamamış. Top yere çarparak zıplamış, yuvarlana yuvarlana doğrudan kuyunun içine düşmüş. Kızcağız şaşkınlık içinde kalakalmış. Kuyu o kadar derinmiş ki, dibini görmek mümkün değilmiş. Sevgili oyuncağı gözden kaybolunca prenses üzülmüş de üzülmüş, ağlamaya başlamış. Hıçkırıklar içinde kıvranırken, birden bir ses duymuş:

— Neden ağlıyorsun prenses?

Kız başını kaldırdığında, kuyunun kenarında oturmuş, gözlerini dikmiş kendisine bakan çirkin bir kurbağa görmüş. Bu beklenmedik görüntü karşısında irkilmiş ama kurbağanın sözleri devam etmiş:

— Nedir derdin? Belki yardımcı olabilirim.

Prenses gözyaşlarını silmiş ve içini çekerek anlatmış:

— Altın topum kuyuya düştü. Onu çok seviyordum…

Kurbağa bir an düşünmüş, sonra demiş ki:

— Eğer beni dostun kabul edersen, birlikte yer içer, benimle konuşur, beni yanında yatağında yatırırsan, sana topunu geri getiririm.

Prenses, içinde bulunduğu üzüntüyle kurbağanın söylediklerine pek aldırmamış. “Ne de olsa bir kurbağa,” diye düşünmüş, “ne yapabilir ki?” Böylece başını sallayarak:

— Evet, evet! Her dediğini yaparım, yeter ki topumu çıkar! demiş.

Kurbağa hiç oyalanmadan suya dalmış. Bir süre sonra ağzında altın topla yeniden su yüzüne çıkmış ve topu çayıra fırlatmış. Prenses sevinç içinde topuna koşmuş, alır almaz hızla oradan uzaklaşmış. Arkasına bile bakmamış. Kurbağa ise peşinden seslenmiş:

— Bekle! Beni de götür! Ben senin gibi hızlı koşamam!

Ama kız ne duymuş, ne de dinlemiş. Saraya dönmüş ve olanları da çoktan unutmuş.

Ertesi sabah, prenses kral ve diğer soylularla sofrada yemek yerken, mermer merdivenlerden “şırıp şırap” diye gelen bir ses işitilmiş. Az sonra birisi kapıyı çalmış ve tok bir sesle şöyle demiş:

— Küçük prenses, aç kapıyı! Dünkü sözünü tut bakalım!

Kız korkuyla yerinden fırlamış, kapıyı açmış. Karşısında o kurbağayı görünce irkilmiş ve hızla kapıyı kapatmış. Kalbi hızlı hızlı çarparak yerine dönmüş. Bunu fark eden kral sormuş:

— Ne oldu kızım? Kapıda bir dev mi var?

— Hayır babacığım… Dün kuyunun başında topumu kaybettim. Bu kurbağa onu bana geri verdi. Ben de söz verdim… Ama onun peşimden gelip içeri gireceğini hiç düşünmemiştim…

Kral kızının omzuna dokunmuş:

— Söz, söz’dür. Ne pahasına olursa olsun verilen söz tutulmalıdır.

Kız mecburen kapıyı tekrar açmış. Kurbağa zıplaya zıplaya içeri girmiş, prensesin yanına gelmiş. Sonra da şöyle demiş:

— Şimdi beni yukarı kaldır, sandalye üstüne oturt. Sofrada seninle birlikte yemek yiyeceğim.

Kız hiç istemese de babasının sözü üzerine kurbağayı yanına almış. Kurbağa, sofrada da boş durmamış:

— Altın tabağını yanaştır, birlikte yiyelim, demiş.

Kız, tabii ki bunu isteyerek yapmamış ama tabağını yanaştırmış. Kurbağa afiyetle şapur şupur yemeğini yerken, kız lokmaları yutamamış bile. Ardından kurbağa tekrar seslenmiş:

— Karnımı doyurdum, şimdi biraz uyumak istiyorum. Haydi, beni odana götür, yatağını hazırla!

Prenses tiksintiyle irkilmiş. Kurbağayı eline almaktan bile çekiniyormuş. Ama kral yine sert bir sesle:

— Sıkıntılı zamanında sana yardım eden birine nankörlük edemezsin! demiş.

Kız istemeye istemeye kurbağayı iki parmağıyla tutup odasına çıkarmış, bir köşeye bırakmış. Ama tam yatağa girmiş ki, kurbağa sürünerek gelmiş:

— Ben de senin gibi rahat bir yatakta uyumak istiyorum! Eğer beni yatağa almazsan, babana söylerim!

Bu sözlere dayanamayan prenses öfkeyle fırlamış, kurbağayı tutup tüm gücüyle duvara fırlatmış:

— Al sana rahatlık! Pis kurbağa! demiş.

Fakat kurbağa yere düşer düşmez birden değişmeye başlamış. Önce ışıklar saçmış, sonra da göz kamaştırıcı güzellikte bir prens oluvermiş! Genç adam, gülümseyerek kıza yaklaşmış:

— Sevgili prenses… Ben bir büyü sonucu bu hale gelmiştim. Kötü yürekli bir cadı beni kurbağaya çevirmişti. Ancak bir prensesin içten gelen yakınlığıyla bu büyü bozulabilirdi. Ve bunu sen gerçekleştirdin…

Sabah olduğunda, güneş ilk ışıklarını odaya yayarken, sekiz beyaz atın çektiği altın bir araba saraya gelmiş. Atların başlarında beyaz devekuşu tüyleri, boyunlarında altın zincirler varmış. Arabanın arkasında duran kişi ise prensin sadık uşağı Heinrich’miş.

Heinrich, efendisinin kurbağaya dönüşmesine o kadar üzülmüş ki, kalbinin çatlamaması için çevresine demirden üç çember taktırmış. Şimdi, efendisinin kurtuluşuna şahit olmanın sevinciyle onları arabaya bindirmiş.

Yola koyulduklarında birden araba içinden çatırtılar gelmiş. Prens endişeyle sormuş:

— Heinrich, neydi bu ses? Araba mı kırıldı?

Heinrich cevaplamış:

— Hayır efendim! Bu ses, kalbimi saran demir çemberlerden biri! Üzüntüden çattı, mutluluktan koptu!

Bir süre sonra ikinci ve üçüncü çatırtılar da duyulmuş. Hepsi, sadık Heinrich’in kalbindeki acı zincirlerin kopmasıymış. Çünkü artık efendisi mutluymuş, özgürmüş, hayat tekrar güzelmiş.

Ve böylece, prensesle prens el ele, mutluluk içinde prensin ülkesine doğru yola çıkmışlar. Masal da burada bitmiş. Gökten üç elma düşmüş; biri yazanın, biri dinleyenin, biri de verdiği sözü tutan güzel yürekli prensesin başına. 🌟

Bu masalı da okuyun: Su Perisi

İlgili Masallar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz