Bir zamanlar, yıldızlarla dolu masmavi gökyüzünün altında, güneş kadar sıcak bir köyde küçük bir prens yaşardı. Adı Mert’ti. Mert, gökyüzüne her gece bakar, yıldızların parlaklığına hayran kalırdı. Onlarla arkadaş olduğunu düşünür ve dileklerini onlara fısıldardı. Ancak bir gece, köyün yaşlı bilgesi Asya Teyze köy meydanında toplanan halka korkunç bir haber verdi:
“Yıldız Kraliçesi, gökyüzündeki tüm yıldızları toplayıp büyülü bir sandığın içine hapsetmiş! Eğer yıldızlar geri dönmezse, karanlık bizi yutacak!”
Köyde herkes paniğe kapıldı. Ancak Mert, kalbinin derinliklerinde büyük bir cesaret hissetti. “Yıldızları kurtarmalıyım!” diye haykırdı. Sadık dostu, rengarenk tüyleri olan konuşan papağanı Piko hemen omzuna kondu. “Macera zamanı, prensim!” dedi Piko. Böylece, cesaretle dolu Mert ve eğlenceli arkadaşı Piko, büyük bir yolculuğa çıktı.
Gümüş Orman’daki Bilgelik Testi
İlk durakları, büyülü Gümüş Orman’dı. Bu ormanın yaprakları gümüş rengindeydi ve parıltılar saçıyordu. Ormanın en derininde, her şeyi bilen Gümüş Ejderha yaşıyordu. Mert ve Piko, ejderhayı bulmak için ormanda saatlerce yürüdüler. Aniden, devasa bir kuyruğun önlerini kestiğini gördüler. Ejderha ortaya çıktı; pulları gümüş gibi parlıyordu, gözleri yıldızlar kadar derin ve parlaktı.
“Cesaretinize hayranım, küçük prens,” dedi ejderha. “Ama yıldızların yerini öğrenmek kolay değil. Önce bilgelik testi vermelisiniz. Eğer bilmeceyi çözerseniz, sizi Yıldız Kraliçesi’nin sarayına yönlendireceğim.”
Ejderha devasa ağzını açtı ve bilmeceyi sordu:
“Her şeyin içinde varım ama hiçbir yerde görünmem. Ben kimim?”
Mert düşündü. Piko ise endişeyle tüylerini kabarttı. “Bulabilirsin, Mert! Sadece hisset!” dedi. Mert bir anda gülümsedi. “Cevap hava!” dedi kendinden emin bir şekilde.
Ejderha gür bir kahkaha attı. “Doğru cevap! Yıldız Kraliçesi, Buz Dağı’nın zirvesinde, kristal sarayında saklanıyor. Sana oraya giden yolu göstereceğim.” Ejderha, kuyruğuyla gökyüzüne doğru bir işaret yaptı. Bir ışık patlaması oldu ve uzaklardaki Buz Dağı’nın tepesi parlamaya başladı.
Gökyüzü Nehrindeki Tehlike
Buz Dağı’na giden yol uzun ve tehlikeliydi. Mert ve Piko’nun yolu, Gökyüzü Nehri’nden geçiyordu. Bu nehir, bulutlardan oluşuyordu ve üzerinde devasa, şeffaf balıklar yüzüyordu. Ancak bir sorun vardı: Balıklar, nehre giren yabancılardan hiç hoşlanmazdı.
Mert ve Piko, nehrin kenarına geldiklerinde bir köprü olmadığını fark ettiler. “Gökyüzü Nehri’ni nasıl geçeceğiz?” diye sordu Mert. Tam o sırada bir dev balık, suyun içinden sıçrayarak yanlarına geldi. “Eğer beni geçmek istiyorsanız, bana güzel bir şarkı söylemelisiniz!” dedi.
Piko’nun sesi güzeldi, ama bir papağan şarkı söylemeyi nereden bilsin? Mert, bir an düşündü ve yıldızlar hakkında köyünde öğrendiği ninnilerden birini mırıldanmaya başladı. Piko, melodiyi hemen kaptı ve harika bir şarkı söyledi. Dev balık büyülenmiş gibi dans etmeye başladı ve ardından Mert ile Piko’nun nehrin üzerinde yürüyebilmesi için sırtını sundu. “Harikaydınız, küçük dostlar!” diyerek onlara veda etti.
Buz Dağı’nın Zirvesindeki Yıldız Kraliçesi
Uzun bir yolculuktan sonra Mert ve Piko, sonunda Buz Dağı’nın zirvesine ulaştılar. Kar ve buzdan yapılmış devasa bir kristal saray vardı. Saray, her yeri aydınlatan bir soğuk mavi ışık yayıyordu. İçeri girdiklerinde Yıldız Kraliçesi, dev bir tahtta oturuyordu. Tahtının arkasında, yıldızlarla dolu büyülü bir sandık parlıyordu.
“Cesaretiniz beni etkiledi,” dedi kraliçe, soğuk ama etkileyici bir sesle. “Ama yıldızları kurtarmak için üç görevimi yerine getirmeniz gerek.”
Mert, görevleri yerine getirmeye hazırdı. Yıldız Kraliçesi ilk görevi açıkladı:
“Kristal buzulların içinde saklanan buz çiçeğini bulun. Ama dikkat edin, çiçek sadece en karanlık yerde açar.”
Mert ve Piko, sarayın altındaki mağaralara indi. Mağara tamamen karanlıktı; ancak Mert, yıldızların dostu olduğu için parlayan bir ışık hissetti. “Çiçek burada,” dedi. Gerçekten de karanlığın içinde, mavi bir ışıkla parlayan bir çiçek buldular.
İkinci görev, Gökyüzü Labirenti’ydi. Bu, yıldızların göç ettiği bir rüzgar tüneliydi. Tünel, sadece doğru yıldız dizilimini takip edenlere yol veriyordu. Piko, keskin gözleriyle doğru yıldızları işaret etti ve birlikte tüneli geçtiler.
Üçüncü görev ise en zoru oldu: “Yıldızlar kadar saf bir dilek dileyin,” dedi kraliçe. Mert bir an düşündü ve sonra gözlerini kapatarak içten bir şekilde fısıldadı: “Yıldızlar özgür olsun. Onlar herkesin ışığı ve umudu.”
Kraliçe, Mert’in dileğinin saflığına hayran kaldı. Sandığın kilidini açtı ve yıldızlar birer birer gökyüzüne yükselmeye başladı. Gökyüzü yeniden ışıldadı ve dünya karanlıktan kurtuldu.
Eve Dönüş
Mert ve Piko köylerine döndüklerinde herkes onları alkışlarla karşıladı. Ancak Mert, kahraman gibi görünmek istemedi. “Yıldızlar hepimizin dostudur,” dedi. “Onları korumak bizim görevimiz.”
O gece, gökyüzü yıldızlarla doluydu ve her bir yıldız, Mert ve Piko’ya göz kırpıyordu. Ve böylece, onların macerası köy halkı tarafından nesiller boyunca anlatılan bir efsaneye dönüştü.