Masal OkuKeloğlan MasallarıKeloğlan ve Uçan Sandalye

Keloğlan ve Uçan Sandalye

Keloğlan’ın sihirli yolculuğu, bilmeceler ve dostlukla dolu bir macera!

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak bir köyde annesiyle birlikte yaşayan, akıllı mı akıllı, kel mi kel bir delikanlı varmış. Tabii ki bu delikanlının adı Keloğlan’mış.

Bir sabah, Keloğlan erkenden uyanmış. Karnı aç, cebi boşmuş. Annesine dönüp:

“Anneciğim, pazara gideyim. Satacak bir şey var mı?” demiş.

Annesi, evin köşesindeki eski sandalyeyi göstermiş:
“Şunu götür evladım. Belki bir iki akçeye satarsın.”

Keloğlan, sandalyeyi sırtladığı gibi yola düşmüş. Ama o da ne! Sandalyeyi tam yokuştan indirirken sandalye bir anda havalanmış! Meğer bu sandalye, yıllar önce bir sihirbaz tarafından yapılmış sihirli bir uçan sandalyeymiş!

Keloğlan hem şaşırmış hem de keyiften kahkahalar atmış. “Vay canına! Sandalyeyle uçarak pazara giden ilk insan ben olacağım!” demiş.

Ama sandalye onu pazara değil, dağların, tepelerin, ormanların ötesindeki Rüyalar Diyarı‘na götürmüş. Bu gizemli diyarda, kralın büyük bir derdi varmış. Çünkü sarayın hazine odasının anahtarı bir büyücü tarafından alınarak büyülenmiş bir yaratık tarafından korunan Zikzak Mağarası’na götürülmüş.

Keloğlan, hemen kralın huzuruna çıkmış.
“Ben Keloğlan. Anahtarı getirir ve sizi bu dertten kurtarırım.” demiş.

Kral, umutsuzca kabul etmiş ve “Eğer anahtarı getirirsen sana bir torba altın vereceğim, Keloğlan!” demiş.

Keloğlan, uçan sandalyesine binip Zikzak Mağarası’na gitmiş. Sandalyesini girişte bırakıp içeri süzülmüş. Mağara karanlık ve kıvrımlıymış. Birden güçlü bir ses yankılanmış:

“Kim cesaret edip mağarama girdi?”

Keloğlan yüksek sesle cevap vermiş:
“Ben Keloğlan! Anahtarı almaya geldim!”

Taşların arasından dev, tüylü, gözleri zümrüt gibi parlayan bir yaratık çıkmış.

“Eğer anahtarı istiyorsan önce üç bilmeceyi çözmen gerek. Bil bakalım, bilmezsen burada kalırsın!”

Keloğlan başını sallar:
“Peki, sor bakalım!”

Yaratık:
“İlk bilmece:
Ne kanadım var ne ayaklarım,
Ama uçarım rüzgârla yarışarak.
Neyim ben?”

Keloğlan:
“Balon!”

Yaratık:
“İkinci bilmece:
Geceleri görünür,
Ama tutamazsın.
Denizde bile yürür,
Ama ıslanmaz.
Nedir bu?”

Keloğlan:
“Bu Ay’dır!”

Yaratık biraz sinirlenmiş ama son bilmecesini sormuş:

Yaratık:
“Üçüncüsü en zoru:
Ne elde tutulur, ne gözle görülür,
Ama kaybolunca herkes üzülür. Nedir bu?”

Keloğlan bir an düşünmüş, sonra gülümsemiş:
“Cevap: Dostluk!”

Yaratık şaşırmış, ama henüz Keloğlan’a geçit vermemiş. Aniden kükreyerek:
“Yine de anahtarı vermem! Gücünü de test etmeliyim!”

Ve yaratık üzerine atılmış!

Keloğlan çevikçe yana sıçrayıp yere bir taş fırlatmış. Yuvarlanan taş yaratığın yolunu kapatmış. Ardından mağaranın tavanından sarkan sarmaşıklara atlamış, takla atarak yaratığın arkasına geçmiş. Yaratık şaşkına dönmüş.

Tam o sırada mağaranın ortasında taş bir kukla belirip şöyle demiş:
“Anahtar, sihirli sözcüğü bilenin olacak.”

Yaratık bağırsın, çağırsın… Ama sözcüğü bilememiş.

Keloğlan, sakince kuklaya dönüp söylemiş:
“Dostluk.”

Taş kukla gülümsemiş ve anahtarı Keloğlan’a uzatmış.

Yaratık, başını önüne eğmiş:
“Sen hem bilge hem cesur çıktın. Hak ettin!”

Keloğlan dostça elini uzatmış:
“Dilersen saraya benimle gel. Bir tabak sıcak çorba ve iyi bir sohbet seni bekler.”

Ve böylece Keloğlan yalnızca kayıp anahtarı değil, yeni bir dostu da kazanmış.

Sarayda büyük bir şölen verilmiş, Keloğlan’a bir torba altın ve koca bir ziyafet sunulmuş.

Keloğlan, sihirli sandalyesine binip köyüne dönerken gökyüzüne seslenmiş:

“Anneciğim, dönüyorum! Altınlar elimde, dostluk kalbimde!”

Ve gökten üç elma düşmüş:
Biri bu masalı okuyana,
Biri Keloğlan gibi zekâsını kullanan çocuklara,
Biri de dostluğun değerini bilenlere.

Bu masalı da okuyun Keloğlan Kötü Vezire Karşı

İlgili Masallar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz