Hayatının son demlerini yaşayan yaşlı aslan, derin nefesler alıp vererek ininin önünde uzanmış yatıyordu. Gücü tükenmiş, bedenini taşıyamayacak hale gelmişti. Çevresine toplanan ormanın diğer hayvanları, onun o eski korkutucu aslan olmadığını, artık savunmasız olduğunu görüp iyice cesaretlenmişlerdi. Yıllardır onun karşısında titreyen hayvanlar, ilk kez bu kadar yakından bakabiliyor, hatta ona yaklaşabiliyordu.
Aslanın gözleri yarı kapalıydı, olanları fark ediyor ama tepki verecek gücü bulamıyordu. Hayvanların gözlerindeki öfke ve intikam arzusunu hissedebiliyordu. İçlerinden biri, uzun zaman önce aslan tarafından ailesinden koparılmıştı; bir diğeri, aslanın kükreyişiyle kaçıp sığınağını kaybetmişti. Her biri yaşadıkları acıyı hatırlıyor ve bu fırsatı değerlendirmek istiyordu.
İlk olarak yaban domuzu öne çıktı. Dişlerini aslanın zayıf bedenine saplayarak ona saldırdı. Her darbe, yıllarca içlerinde biriktirdikleri korkuyu biraz daha hafifletiyor gibiydi. Ardından yaban öküzü geldi, ağır adımlarla aslana yaklaştı ve güçlü boynuzlarını aslanın sırtında sürterek bir tehdit işareti verdi. Aslan, tüm bu saldırılara sessizce katlanıyordu; yorgun bedeni, acıdan titremesine rağmen hiç kıpırdamıyordu.
Bütün bu olanları uzaktan izleyen eşek, sonunda cesaretini topladı. Korku kalmamıştı artık yüreğinde, çünkü karşısında yatan sadece yaşlı ve zayıf bir aslandı. Kuyruğunu dikerek, adımlarını hızlandırıp iyice yaklaştı. Kibirli bir tavırla, yaşlı aslanın önünde durdu ve iki arka ayağını birden kaldırarak aslanın yüzüne sert bir tekme savurdu. Aslanın yüzünde beliren acıyı gördükçe daha da cesaretlendi, bir tekme daha attı.
Bu darbelerle bitap düşen aslan, sadece başını hafifçe kaldırabildi ve etrafındaki hayvanlara baktı. Yıllarca korku saldığı bu hayvanlar, şimdi onun zavallı hali karşısında zafer sarhoşuydular. Derin bir iç çekerek, acı içinde mırıldandı:
“Ah… Bu, iki türlü ölüm… Cesareti olmayanlar, efendilerini ancak böyle, ölüm döşeğindeyken aşağılayabilir.”