Bir zamanlar, her ağacın konuştuğu, hayvanların dostça yaşadığı ve rüzgarın bilgece fısıldadığı bir orman vardı. Bu orman, “Bilge Orman” olarak bilinirdi. Ormanın ortasında yaşayan yaşlı bir baykuş, tüm canlılara rehberlik eder ve bilgelik dağıtırdı. Adı, Baykuş Bilgican’dı.
Bir gün, Bilge Orman’a meraklı bir çocuk geldi. Çocuğun adı Elif’ti. Elif, ormanın sırrını öğrenmek ve kendini geliştirmek istiyordu. Ancak Bilge Orman’a tamamen girebilmek için, ormanda yaşayan canlıların bilmecelerini çözmesi gerekiyordu.
Elif, ilk olarak bir tilkiyle karşılaştı. Tilki, gülümseyerek sordu:
“Yemeden önce keserler, yedikten sonra ağlarlar. Bu nedir?”
Elif biraz düşündü, sonra sevinçle cevap verdi:
“Soğan!”
Tilki, “Aferin!” diyerek yolunu açtı.
Biraz ilerledikten sonra bir kaplumbağaya rastladı. Kaplumbağa ağır ağır konuştu:
“Beni bir kez çizersen, ikiye bölersin. İki kez çizersen, dört parçaya ayırırsın. Ama çizmeyi bırakırsan eski halime dönerim. Neyim ben?”
Elif, biraz zorlandı ama sonunda cevapladı:
“Bir daire!”
Kaplumbağa memnun bir şekilde kafasını salladı ve Elif’i geçirdi.
Ormanın derinliklerine vardığında, bir baykuş sesi duydu. Bu, Bilgican’dı. Elif’e son bilmecesini sordu:
“Sabah dört ayak, öğlen iki ayak, akşam üç ayak. Bu nedir?”
Elif gülümsedi. Bu bilmecenin cevabını biliyordu:
“İnsan! Bebekken emekleriz, büyüyünce yürürüz, yaşlanınca bastonla destek alırız.”
Bilgican, Elif’in bilgeliğinden çok etkilendi ve ona Bilge Orman’ın sırlarını açtı.
Elif, doğanın döngüsünü, hayvanların birbirleriyle olan ilişkisini ve bilginin ne kadar değerli olduğunu öğrendi. Artık o da Bilge Orman’ın bir parçası olmuştu. Bu macera ona hem eğlence hem de hayat boyu unutamayacağı dersler kazandırdı.