Uzak bir diyarda, dalgaların ninnisiyle rüzgârın şarkı söylediği, güneşin batarken gökyüzünü pembe ve morun en büyülü tonlarına boyadığı bir sahil vardı. Bu sahilde incecik kumların arasında, ayak izleri bırakmadan dolaşan bir grup çocuk her akşam bir araya gelirdi. Onların en büyük sırrı, Deniz Masal Taşı‘ydı.
Bu masal taşı, eski zamanlardan kalma bir sır gibiydi; tuzlu dalgalarla cilalanmış, pürüzsüz ve turkuaz renkte bir taş… Rivayet o ki, taşın üstüne oturup bir masal okursan, o masal gerçekten yaşanmaya başlardı. İşte o yüzden, her akşam gün batarken çocuklar o taşı aralarına alır ve hayal gücünün kapılarını aralardı.
O gün, masal sırası küçük Ela’daydı. Ela, iki uzun örgüsü rüzgârda savrulan, çillerle süslenmiş yüzüyle gülümseyerek taşa oturdu. Dalgalar ayaklarına hafifçe dokunuyor, rüzgâr saçlarını okşuyordu.
“Bugünkü masalım, Deniz Krallığı’nın derinliklerinden gelecek,” dedi Ela, sesi kumlara fısıldayan dalgalar kadar yumuşaktı.
Çocuklar sessizce Ela’nın çevresine toplandı; kimisi bir taşın üstüne oturdu, kimisi dizlerini göğsüne çekip kollarıyla sardı. Gökyüzü yavaşça kararıyor, yıldızlar birer birer ortaya çıkıyordu.
Ela, eski bir kitabın kapağını açtı. Sayfaların kokusu tuzlu deniz havasına karıştı ve kitapta yazan kelimelerle sihir başladı. Ela’nın sesi her kelimeyi söylerken etrafa ince ince yayılıyordu:
“Bir zamanlar, denizin en derininde parlayan inci sarayında yaşayan Deniz Kraliçesi vardı. Kraliçe, tüm deniz canlılarının koruyucusuydu. Ama bir gün, denizin kalbini aydınlatan Aytaşı kayboldu. Aytaşı olmadan, deniz derinliklerinde ışık kaybolmuş, balıklar yollarını şaşırmış ve mercanlar solmaya başlamıştı…”
Çocukların gözleri Ela’nın masalını dinlerken büyülenmiş gibiydi. Gözlerini ufka dikmişlerdi, sanki her an denizden bir kraliçe çıkıp gelecekmiş gibi.
“Ve Aytaşı’nı bulmak için cesur bir çocuk çıktı yola,” diye devam etti Ela. “Bu çocuk, dalgaların içindeki fısıltıları dinledi, yengeçlerden ipuçları topladı, deniz atlarının sırtına binip en derin çukurlara yolculuk yaptı…”
O anda, ufukta bir ışık belirdi. Ela’nın sesi kesildi, çocuklar birbirine bakarak şaşkınlıkla doğruldular. Uzakta, dalgaların arasında sanki gerçekten Aytaşı parlıyordu. Parlak, mavi bir ışık…
“Bakın!” diye fısıldadı Ela.
Denizin kalbinden gelen o ışık, sanki masalın sayfalarından fırlamış gibi gerçek olmuştu. Dalgalar, sahile ince bir ışıltı taşıyordu. Rüzgârın sesi, sanki Deniz Kraliçesi‘nin şarkısını söylüyordu.
O gece, masalların gücüne bir kez daha inanmıştı çocuklar. Ela kitabı kapattığında, o sihirli anı yüreklerinde sakladılar. Onlar bilirlerdi ki, eğer hayal edersen masallar sadece anlatılmaz, yaşanırdı.
Ve sahilde, yıldızların altında, dalgaların ninnisi eşliğinde, çocuklar o gece hiç unutmayacakları bir masal daha eklediler kalplerine. Gözlerini kapatırken denizin fısıldadığı o sihirli sözleri duydular:
“Masallar, hayal gücünün kanatlarıdır. Onlarla uçmaktan korkma…”