Deniz Fenerinin Sırrı

Bir zamanlar, uzak diyarlardaki bir denizin kıyısında, denizin mavisini gökyüzüne yansıtan küçük bir köy varmış. Bu köy, sabahları kuşların cıvıltısıyla uyanır, geceleri ise denizin huzurlu şarkılarıyla uykuya dalarmış. Ancak bu köyün en sıradışı özelliği, sahilde bir kayanın tepesinde duran, hiç kimsenin yaklaşmaya cesaret edemediği “Deniz Feneri”ymiş.

Deniz Feneri, devasa bir deniz kabuğuna benziyormuş. Geceleri, içinden yumuşak, büyülü bir ışık yayılırmış. Ama herkes bu ışığın nereden geldiğini merak eder, hiç kimse fenerin sırrını çözemezmiş. Köy halkı, fenerin sihirli olduğuna, sadece gerçekten ihtiyacı olanların bu ışığı görebileceğine inanırmış.

Köyde yaşayan küçük bir kız varmış; adı Maris. Maris, denize ve yıldızlara sevdalıymış. Her gece, penceresinden deniz fenerinin büyülü ışığını izler ve onun sırrını çözmeyi hayal edermiş. “Bir gün,” dermiş kendi kendine, “deniz fenerine gidip onun sırrını keşfedeceğim!”

Bir akşamüstü, gökyüzü altın rengine bürünmüşken, Maris sahilde dolaşmaya çıkmış. Denizin kokusu, rüzgarın yumuşaklığı ve uzaklardan gelen dalgaların fısıltıları, ona sanki bir hikâye anlatıyormuş gibi gelmiş. Tam o sırada, denizden bir şeyin hafifçe parladığını fark etmiş. Yaklaştığında, bir deniz kabuğu bulmuş. Bu kabuk, diğerlerinden farklı olarak, parıl parıl parlıyormuş. Merakla kabuğu eline almış ve kulağına götürdüğünde, içinde bir ses duymuş: “Deniz Feneri’nin ışığını bulmak istiyorsan, kalbindeki cesareti takip et.”

Maris şaşkın ama bir o kadar da heyecanlıymış. Hemen, deniz fenerine doğru koşmuş. Güneşin son ışıkları denizden çekilirken, fenerin tepesine ulaşmış. Kapıyı yavaşça açmış ve içeri adımını atmış. Fenerin içi, dışarıdan göründüğünden çok daha genişmiş ve her köşesi deniz kabuklarıyla doluymuş. Ancak en büyüleyici olan şey, fenerin tepesindeki masmavi bir inciymiş. Bu inci, fenerin içindeki tüm ışığı yayan şeymiş.

Tam o sırada, bir ses duyulmuş: “Hoş geldin, küçük deniz kızı.” Maris şaşkınlıkla etrafına bakmış ama kimseyi görememiş. “Korkma,” demiş ses, “ben Deniz Feneri’nin koruyucusuyum. Yüzyıllardır buradayım, yalnızca kalbinde cesaret taşıyanlara görünürüm.”

Maris, gözlerini büyüleyici inciden ayıramıyormuş. “Bu inci nedir?” diye sormuş. Koruyucu, yumuşak bir gülüşle cevap vermiş: “Bu inci, denizin kalbidir. Köyünüzü karanlıktan koruyan ışık buradan gelir. Ama ışığı hep parlak tutmak için bir kalbinin olması gerekir. O yüzden her gece denizi sevgiyle dinlersin, çünkü onun kalbi senin içinde yankılanır.”

Maris, kalbinde bir sıcaklık hissetmiş. Anlamış ki, deniz feneri, sadece onu izleyenlerin değil, denizi sevenlerin ışığını yakıyormuş. Bu ışık, sevginin ve cesaretin gücüymüş. O andan itibaren, Maris her gece fenerin yanına gelir, denizin şarkısını dinler ve ışığı parlak tutarmış.

Deniz Feneri, Maris’in sevgisiyle her geçen gün daha da güçlü bir şekilde parlamış. Köy halkı, o büyülü ışığın ardındaki sırrı hiçbir zaman tam olarak bilememiş ama her gece, fenerin altındaki küçük kızın denize bakarak bir şeyler fısıldadığını görür olmuşlar.

Ve böylece, denizle fener arasındaki bu büyülü dostluk, sonsuza dek devam etmiş. Maris, cesaretiyle fenerin sırrını çözmüş ve köyüne sevgi dolu bir ışık bırakmış.

İşte, o deniz feneri hâlâ parlıyor. Eğer bir gece yolunuz o kıyıya düşerse, belki siz de o ışığın büyüsünü görebilirsiniz. Ama unutmayın, sadece kalbinde cesaret taşıyanlar görebilir…

İlgili Masallar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz