Bir gün köyde yaşayan insanlar, dağların alışılmadık şekilde hareketlendiğini fark ettiler. Zirvelerin üzerinden koyu dumanlar yükselmeye başlamış, yer ayaklarının altında titriyordu. Ağaçlar sarsıntının etkisiyle köklerinden kopup devriliyor, dik yamaçlardan büyük kayalar hızla yuvarlanarak aşağı düşüyordu. Bu olağanüstü durum karşısında herkes şaşkınlık içinde kalmıştı. Herkes, büyük bir felaketin yaklaştığını hissediyordu ve başlarına gelecek şeyin ne olabileceğini merakla bekliyordu.
Köylüler, olup biteni daha iyi görmek için toplandılar, aynı noktada bir araya geldiler ve büyük bir sessizlik içinde beklemeye başladılar. Zaman geçtikçe gerilim daha da arttı; herkes nefesini tutmuş, olacakları izliyordu. Derken, dağlardan tekrar güçlü bir sarsıntı yükseldi. Yer gök inledi, dağların yamaçlarında devasa bir yarık açıldı. Köylüler korkuyla diz çökerek beklemeye devam ettiler. O koca yarıktan çıkacak şeyin ne olacağını merakla gözlediler.
Uzun bir bekleyişin ardından, o büyük yarığın içinden, gözle zor görülebilecek kadar küçük, pembe başlı bir fare yavaşça dışarı çıktı. Köylüler, büyük bir şaşkınlık ve hafif bir hayal kırıklığı içinde birbirlerine baktılar. Günlerce korku içinde bekledikleri bu “büyük olay” sadece minicik bir farenin çıkışıyla sonuçlanmıştı.
O günden sonra köylüler, boş yere yapılan büyük gürültüler ve boş vaatler için her zaman aynı sözü söyler oldular: “Çok gürültü duyuyorsan büyük bir şey bekleme.“