Günlerden bir gün, bir prens artık evlenme vaktinin geldiğine karar vermiş. Fakat onun için bir eş seçmek öyle kolay bir iş değilmiş. Çünkü o, yalnızca gerçek bir prensesle evlenmek istiyormuş. Kalbi temiz, zarif, nazik ve soylu bir prenses bulmak için krallığından ayrılarak uzun bir yolculuğa çıkmış.
Prens, dünyanın dört bir yanını dolaşmış. Birçok ülkede birçok prensesle tanışmış, ama içlerinden hiçbiri onun aradığı gibi çıkmamış. Kimi çok kibirli, kimi fazla kaba, kimi de fazla bencilmiş. Her tanıştığı prensesin bir eksik yanı olduğunu düşünüyor, hiçbirinin gerçek bir prenses olup olmadığını anlayamıyormuş. Umutsuzluğu her geçen gün biraz daha büyümüş ve nihayet yorgun, üzgün bir şekilde krallığına geri dönmüş.
Tam o sıralarda, bir gece gökyüzü aniden kararmış, şimşekler peş peşe çakmaya başlamış, rüzgar uluyarak esmiş, bardaktan boşanırcasına yağmur yağmış. Fırtına o kadar şiddetliymiş ki, sarayın duvarları bile rüzgarın gücünden titriyormuş. İşte tam da o gece, ansızın sarayın kapısı çalmış. Yaşlı kral merakla kapıyı açtığında, karşısında sırılsıklam olmuş, ürkek ama vakur bir genç kız görmüş. Üzerindeki kıyafetler su içinde kalmış, saçları ıslanmış ve titriyormuş.
Genç kız nazik bir sesle konuşmuş: “Ben bir prensesim ve bu korkunç fırtınada yolda kaldım. Lütfen bana yardım edin.”
Yaşlı kraliçe, genç kızın söylediklerine inanıp inanmamakta tereddüt etmiş. Gerçekten bir prenses mi, yoksa sadece kendini öyle mi tanıtıyordu? Bunu anlamanın bir yolu olmalıymış. Kraliçe, genç kızı misafir etmeye karar vermiş, ama aynı zamanda onun gerçekten asil olup olmadığını test etmek istemiş.
Bu yüzden, hizmetkârlarına prensesin yatacağı odada özel bir hazırlık yapmalarını emretmiş. Yatağın en altına minicik bir bezelye tanesi koymuş. Sonra onun üzerine yirmi tane yumuşacık döşek, döşeklerin üzerine de yirmi tane kaz tüyü yatak sermiş. Görünüşte yatak oldukça rahat ve konforluymuş. Fakat kraliçe, gerçek bir prensesin en ufak bir rahatsızlığı bile hissedecek kadar hassas olması gerektiğine inanıyormuş.
O gece genç prenses, büyük yatağın içine girip uyumaya çalışmış. Ancak sabaha kadar gözünü bile kırpmamış. Sabah olduğunda, kahvaltı için aşağı indiğinde gözlerinin altı mosmordu ve oldukça yorgun görünüyordu. Kraliçe ve prens endişeyle ona nasıl uyuduğunu sordular.
“Ah, korkunç bir geceydi!” diye cevap vermiş prenses. “Sanki yatakta sert bir şey vardı! Ne kadar dönsem de rahat edemedim. Bütün vücudum ağrıyor, her yerim morardı. Gerçekten çok rahatsız bir gece geçirdim.”
Bu sözleri duyan kraliçe, prensin yanına dönüp gülümsemiş. İşte, nihayet gerçek bir prenses bulduklarını anlamışlar! Çünkü ancak gerçek bir prenses, yirmi döşek ve yirmi kaz tüyü yatağın altındaki minicik bir bezelye tanesini hissedecek kadar nazik ve hassas olabilirmiş.
Bunun üzerine prens, büyük bir mutlulukla prensesin elini tutmuş ve onunla evlenmeye karar vermiş. Krallıkta büyük bir düğün yapılmış, tüm halk bu mutlu günü kutlamış. Prens ve prenses, sonsuza dek mutlu bir hayat sürmüşler.
Ve böylece, gerçek sevgi ve asalet her zaman kendini belli eder diyerek masal burada bitmiş. Gökten üç elma düşmüş: Biri anlatanın, biri dinleyenin, biri de gerçek prenseslerin başına…
Bu masalımızı beğendiyseniz şunu da okuyabilirsiniz: Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler