Bir zamanlar yemyeşil bir köyde, ailesiyle birlikte yaşayan küçük bir kız vardı. Adı Ayşegül’dü. Ayşegül’ün en büyük tutkusu doğaydı. Sabahları kuş cıvıltılarıyla uyanır, kahvaltıdan sonra çayırlara koşar, çiçeklerle konuşurdu. Köydeki yaşlılar, onun ellerinin değdiği her bitkinin daha hızlı büyüdüğünü söylerdi.
Fakat son zamanlarda köyde bir şeyler değişmişti. Ormana doğru baktığında, devasa ağaçların yerinde boş alanlar görüyordu. İnsanlar, tarlalar açmak için ağaçları kesiyor, hayvanların yuvaları yok oluyordu. Ayşegül, ormanda gezinirken yuvasız kalmış bir sincabı kucağına alıp eve getirmiş, üzgün gözlerle annesine, “Bu çok yanlış, anne. Onlara zarar vermemeliyiz!” demişti.
Bir sabah, Ayşegül bahçede oynarken bir şey fark etti. Toprağın üzerinde parlayan minik bir tohum duruyordu. Tohum, altın gibi ışıldıyor ve hafif bir ısı yayıyordu. Merakla onu avuçlarına aldı. Tohumun üzerinde minicik harflerle şöyle yazıyordu:
“Büyüyüp dünyayı güzelleştirebilmem için sevgiyle ek beni.”
Ayşegül hemen harekete geçti. Bahçenin en güzel köşesini seçti. Ellerini toprağa daldırarak bir çukur açtı ve tohumu dikkatlice yerleştirip üzerini örttü. Sonra evden bir testi su getirdi ve tohumu suladı. Ama bu yeterli değildi. Tohumla konuşmaya başladı:
“Sevgili tohum, seni sevgiyle büyüteceğim. Dünyayı güzelleştirmek için ne gerekiyorsa yapacağım!”
Her sabah erkenden uyanıp tohumu suladı. Yabani otları temizledi, tohumu sıcaktan korumak için etrafına yapraklar serdi. Ona güneşin ne kadar güzel olduğunu, kuşların nasıl şarkılar söylediğini anlattı. Bir gün, topraktan minik bir filiz belirdi. Ayşegül sevinçle bağırdı:
“Başardım! Filizlendin!”
Filiz o kadar hızlı büyüyordu ki, köydeki herkes şaşkındı. Ayşegül’ün tohumu bir haftada köyün en büyük ağacı haline gelmişti. Ancak bu ağaç sıradan bir ağaç değildi. Yaprakları altın gibi parlıyor, dallarından rengarenk çiçekler sarkıyordu. Çiçeklerden tatlı bir koku yayılıyordu. Bu koku o kadar güzeldi ki, köydeki herkes mutlu hissetmeye başladı. Kuşlar, kelebekler ve arılar ağacın etrafına üşüştü.
Kısa bir süre sonra ağacın dallarında meyveler belirdi. Bu meyveler de tıpkı ağacın yaprakları gibi ışıl ışıldı. Köyden biri merak edip bir meyveyi koparıp yedi. O anda o kişinin gözleri mutlulukla parladı. “Bu meyve bana huzur verdi!” diye bağırdı. Köy halkı sırayla meyvelerden tattı ve aynı huzuru hissetti.
Ancak Ayşegül, bu mucizenin sıradan olmadığını biliyordu. Ağaç ona fısıldıyordu: “İnsanlara anlat Ayşegül… Eğer doğaya zarar verirlerse bu huzur kalıcı olmayacak. Ben sadece sevgiyle büyüdüm. Sevgi olmadan hiçbir şey güzelleşemez.”
Ayşegül, köy meydanında herkesi topladı ve yüksek bir taşın üzerine çıkıp konuştu:
“Bu büyülü ağaç bize doğanın ne kadar kıymetli olduğunu gösteriyor. Eğer ormanları kesmeye devam edersek, kuşların yuvalarını yok edersek, bu güzellikler bir gün yok olacak. Hepimiz toprağa sevgiyle yaklaşmalı, daha fazla ağaç dikmeli ve doğaya zarar vermemeliyiz.”
Köy halkı Ayşegül’ün sözlerinden çok etkilendi. Hemen ormana gidip kesilen ağaçların yerine yeni fidanlar dikmeye başladılar. Herkes evinin bahçesine bir ağaç ekmeyi görev edindi. Orman yeniden canlandı; kuşlar yuvalarına döndü, çiçekler açtı, dere kenarlarında kelebekler uçuşmaya başladı.
Ayşegül ise büyülü ağacın altında oturup, kuşların şarkılarını dinlerken içinden şöyle düşünüyordu:
“Küçücük bir tohum bile dünyayı değiştirebilir, yeter ki ona sevgiyle yaklaşalım.”
Bu masal bize, sevginin ve doğaya özen göstermenin dünyayı nasıl değiştirebileceğini anlatıyor. Her bir tohum bir umuttur. Doğa bizden sadece sevgimizi ister. 🌱