Salı, Kasım 11, 2025
Masal OkuAnadolu MasallarıAğlayan Ayva ile Gülen Nar

Ağlayan Ayva ile Gülen Nar

Gönül incitmenin bedelini arayışla ödeyen Yörük Beyi’nin büyülü yolculuğu.

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Tanrı’nın kulu çokmuş. Yok demek ve çok yemek günah sayılırmış. Uzak diyarlarda, dağların ardında bir oba varmış. Bu obada adaletli, yüreği geniş bir Yörük Beyi yaşarmış. Halk onu çok sever, sözünü dinlermiş; çünkü bu bey, hem cömert hem de alçakgönüllüymüş.

Günlerden bir gün, Yörük Beyi farkında olmadan birinin gönlünü incitmiş. Gönlü kırılan kişi gözleri dolu dolu, sitemle demiş ki:
“Ey Bey’im! Kalbimi incittin ya, dilerim ki Ağlayan Ayva ile Gülen Nar’ın ardına düşesin!”

Bu sözler Bey’in içine bir kor gibi düşmüş. Ne yese boğazından geçmemiş, günlerdir gözüne uyku girmemiş. Günahının kefaretini ödemek için karar vermiş: O gizemli “Ağlayan Ayva” ile “Gülen Nar”ı bulacakmış. Ayağına demir çarık, eline demir asa almış; dağ taş demeden yollara düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Günler geceleri, aylar günleri kovalamış. Arkasına bir bakmış ki bir arpa boyu yol gitmiş!

Bir sabah vakti bir nehrin kenarında durmuş, bu nehrin suyu kırmızı akıyormuş. Burada bir çobana rastlamış. Çoban, yaşlı mı yaşlı, sakalı ak bir dede imiş. Bey, selam verip yanına yaklaşmış:
“Çoban Dede,” demiş, “şu nehir neden böyle kırmızı akar?”

Çoban Dede derin bir iç çekmiş:
“Ah yiğidim, sorma! Bir zamanlar bu ırmağın iki yamacında yaşayan yörük obaları varmış. Birbirlerinden kız alır, kız verirlermiş. Günlerden bir gün bir düğün alayı köprüden geçerken köprü yıkılmış. Gelin alayı, atlar, davullar, hepsi suya gömülmüş. O günden beri bu nehrin suyu hüzün kırmızısı akar.”

Bir süre sessizlik olmuş. Sonra Çoban Dede sormuş:
“Peki oğlum, senin bu demir çarıkla, demir asayla yolculuğun nereye?”

Yörük Beyi başını öne eğip içini çekmiş:
“Ah Dede, ben bilmeden bir masumun gönlünü incittim. Onun ahı yüreğime oturdu. Şimdi de ‘Ağlayan Ayva ile Gülen Nar’ı’ arıyorum.”

Çoban Dede’nin yüzü asılmış:
“Yiğidim, senin aradıkların öyle kolay bulunmaz. Onlar kızgın bir devin bahçesindedir, Kafdağı’nın doruğunda, ulu bir ağacın tepesinde. Oraya varmak altı ay sürer. Dev öyle azılıdır ki nice yiğit onun elinden kurtulamamıştır. Dön yolundan yiğidim, o yoldan selamet yok!”

Ama Yörük Beyi’nin gözleri kararlılıkla parlamış:
“Bu yola baş koydum, dönmek bana haramdır.”

Dede, başını sallayıp dua etmiş:
“Madem öyle, iyi dinle beni. Kafdağı’na vardığında dağ gibi bir kapı göreceksin. Önünde dur ve de ki: ‘Açıl kapım, açıl!’ Kapı sana yol verecektir. Bahçenin ortasında ulu bir ağaç durur. Ağlayan Ayva ile Gülen Nar o ağacın tepesindedir. Aşağıda ise koca dev nöbet tutar. Eğer o devi bir darbeyle alt edebilirsen o ağaç önünde eğilir. İşte o vakit meyveleri kendi elinle koparırsın. Hak, yardımcın olsun yiğidim.”

Bey, Çoban Dede’nin elini öpüp yola koyulmuş. Günler geçmiş, haftalar dolmuş. Dağlar aşmış, çöllerden geçmiş. Sonunda Kafdağı’nın eteklerine varmış. Dağın yamacında devasa bir kapı görmüş. Çoban Dede’nin öğüdünü hatırlayıp gür bir sesle bağırmış:
“Açıl kapım, açıl!”

Kapı gürültüyle ikiye ayrılmış. İçeri girince göklere değen ulu bir ağaç görmüş. Ağaç öylesine görkemliymiş ki dalları bulutlara karışıyormuş. Ağacın tepesinde biri güler, biri ağlarmış: Nar gülüyor, Ayva ağlıyormuş. Fakat ağacın dibinde koca dev homurdanarak Yörük Beyi’ni fark etmiş.

Devin kükremesiyle yer gök sarsılmış. Bey, kılıcını çekip ileri atılmış. Bir darbeyle koca devi alt etmiş. O an ulu ağaç diz çöküp eğilmiş. Bey, meyvelere uzanmış; Ağlayan Ayva ile Gülen Nar’ı koparıp göğsüne bastırmış.

Tam o sırada ortalık birden ışığa boğulmuş. Bey’in karşısında güzeller güzeli bir kız belirivermiş. Bey, şaşkınlıkla konuşmaya yeltenirken, kız birden kuş olup havalanmış, gelip Bey’in omzuna konmuş. O anda Bey de kuş olup uçmuş onunla birlikte.

Beraberce dağları, ovaları, ırmakları aşmışlar. Nihayet yörük obasına varmışlar. Yere konar konmaz yeniden insan suretine bürünmüşler. Bey’i yanında bir güzelle gören oba halkı sevinçle çığlık atmış, davullar çalmış, şenlikler başlamış.

Kırk gün kırk gece düğün yapılmış. Sazlar çalınmış, davullar gümbürdemiş, halaylar çekilmiş. Yörük Beyi gönlünü kırdığı kişiden helallik almış, huzura ermiş.

Ve o günden sonra dillerde şu söz dolanır olmuş:
“Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.”

Gökten üç elma düşmüş:
Biri masalı anlatanın başına,
Biri dinleyenin başına,
Biri de gönül incitmek yerine sarıp sarmalayanların başına.

📝 Ebeveyn Notu:
Bu Anadolu masalı, çocuklara kalp kırmamanın, empati kurmanın ve yapılan hatayı telafi etme cesareti göstermenin önemini anlatır. Yörük Beyi’nin “Ağlayan Ayva ile Gülen Nar”ı bulmak için çıktığı yolculuk, aslında kendi vicdanını bulma yolculuğudur. Masal, sabrı, affetmeyi ve içsel dönüşümü zarif bir dille anlatır. Çocuğunuza şu soruları yöneltebilirsiniz: “Sence Bey neden üzülmüş?”, “Sen Yörük Beyi’nin yerinde olsaydın ne yapardın?”, “Ağlayan Ayva ve Gülen Nar neyi temsil ediyor olabilir?” Bu sorular, çocuğunuzun duyguları anlamasına ve iyilik kavramını düşünmesine yardımcı olur.

Bu masalı da okuyun: Minik Kuzu Kınalı’nın Macerası

İlgili Masallar

1 Yorum

  1. “Gülen Nar Ağlayan Ayva” masalı gerçekten çok güzel. Anadolu masalları okumak istiyorum sürekli. Harika bir site burası.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz