Salı, Kasım 11, 2025
Masal OkuAnadolu MasallarıAyağına Diken Batan Serçe

Ayağına Diken Batan Serçe

Küçük bir serçenin söz, güven ve iyilik dolu macerası.

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde develer tellal iken, pireler berber iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken uzak diyarlardan birinde yemyeşil bir orman varmış. Bu ormanda her hayvan huzur içinde yaşar, kuşlar sabah akşam şarkı söyler, dereler tatlı tatlı çağlarmış.

Bir sabah, güneş yaprakların arasından ışıldarken minik bir serçe, neşeyle dallar arasında uçuyormuş. Kırlara konmuş, oradan oraya zıplarken bir anda tiz bir sesle ötmeye başlamış: Meğer ayağına incecik ama inatçı bir diken batmış! Ne kadar gagasıyla uğraşsa da, o diken bir türlü çıkmıyormuş. Acıyla kanatlarını çırpıp etrafa bakınmış, belki biri yardım eder diye.

Uzakta küçük bir kulübe görmüş. Bacasından dumanlar tütüyor, etrafa taze ekmek kokusu yayılıyormuş. Serçe kokuyu takip etmiş, kulübenin önünde yaşlı bir nineyi görmüş. Nine, kırış kırış elleriyle hamur yoğuruyor, arada fırındaki ekmeklerine bakıyormuş.

Serçe, kanatlarını yavaşça çırparak ninenin önüne konmuş. Sesi incecikmiş:
“Ah nineciğim, şu küçük ayağımda bir diken var. Çıkarır mısın, ne olur?”

Nine başını kaldırmış, gülümsemiş. “Gel bakalım minik misafir,” demiş yumuşacık sesiyle. Serçeyi avucuna almış, dikkatle dikenin olduğu yere bakmış. Bir iğne kadar ince ama derine saplanmış. Nine gözlüğünü takıp dikeni yavaşça çekmiş. Serçe acıdan bir cıvıltı çıkarsa da az sonra rahatlamış.

“Dünyalar varmış meğer!” demiş sevinçle kanat çırparak. Sonra dönüp ninenin gözlerinin içine bakmış:
“Bana çok yardım ettin, teşekkür ederim. Ama o dikeni sakla olur mu? Ben birazdan geri döneceğim. Eğer bulamazsam… O güzel ekmeklerinden birini alırım haberin olsun!”

Nine kahkahasını tutamamış. “Aman serçecik,” demiş, “o dikenin ne kıymeti olacak? Ama madem öyle diyorsun, saklarım.”

Serçe uçup gitmiş. Bir süre sonra nine, serçenin sözünü hatırlamış ama gülüp geçmiş. “Küçücük bir kuş, bir daha dönüp gelir mi? Bu dikenin bana faydası mı var sanki?” deyip dikeni almış, fırındaki ateşe atıvermiş.

Çok geçmeden serçe geri dönmüş. “Nineciğim, dikenimi almaya geldim!” demiş heyecanla.
Nine biraz utanarak, “Evladım, senin gelmeyeceğini sandım. O dikeni çoktan yaktım.” diye cevap vermiş.

Serçenin gözleri öfkeyle parlamış. “Demek sözünde durmadın!” deyip öfkeyle fırına bakmış. Bir anda ninenin mis gibi ekmeklerinden birini kapıp kanatlanmış.

Uçmuş, uçmuş… Dağları, dereleri geçmiş. Nihayet bir yayla görmüş. Çimenlerin arasında koyunlar otluyor, bir çoban ağacın gölgesinde kaval çalıyormuş. Serçe, yorgun kanatlarını dinlendirmek için onun yanına inmiş. Ağzındaki ekmeği yere bırakmış.

“Çoban kardeş,” demiş tatlı bir sesle, “Bu ekmeği seninle paylaşmak isterim. Ama ben birazdan geri geleceğim. O zamana kadar bu ekmeğe dokunma olur mu? Eğer sabırsızlanır da yersen… En semiz koyununu alır giderim.”

Çoban gülmüş. “Senin o minicik gagana mı kalmış koyun götürmek?” diye düşünmüş. Serçe uçup gidince, dayanamayıp ekmeği sütüne doğrayıp yemiş.

Biraz sonra serçe geri gelmiş. “Eee çoban, sözünü tuttun mu?” diye sormuş.
Çoban başını öne eğmiş. “Kusura bakma kuş kardeş, dayanamadım, yedim.” demiş.

Serçe, “Demek öyle!” diyerek çobanın sürüsüne doğru uçmuş. Gerçekten de en iri koyunu gagasıyla yakalayıp havalanmış. Çoban şaşkınlıktan arkasından bakakalmış.

Serçe uçmuş, uçmuş; rüzgâr saçlarını savururken aşağıda bir düğün evi görmüş. Her yer süslü, insanlar neşeliymiş. Serçe aşağı inmiş, koyunu yere bırakmış.

“Ey ev sahibi!” demiş yüksekten, “Bu koyunu sana bırakıyorum. Gözün gibi bak. Yoksa sana kızmazsam adım serçe olmasın!”

Ev sahibi gülmekten kendini alamamış. “Senin kadar minik bir kuş ne yapabilir ki?” demiş içinden. Serçe uzaklaşınca koyunu kestirip misafirlere ziyafet çekmiş.

Bir süre sonra serçe geri dönmüş. Koyunun yerinde sadece kemikler kalmış.
Serçe öyle bir çığlık atmış ki düğün konukları susup ona bakmış. “Sözünde durmayanın sonu budur!” demiş ve bir anda gelini kaptığı gibi göğe yükselmiş.

Gelin şaşkınlıkla bağırmış ama serçe onu dikkatlice taşımış. Uçarken dağlar, tepeler geçmişler. Derken serçe çok susamış. Aşağıda bir çeşme görünce inmiş, gelini yumuşak bir yere bırakmış. Tam su içerken uzaktan bir türkü duymuş.

Sesin geldiği yere doğru bakmış; bir davulcuymuş bu. Elindeki davula vura vura, içli bir ezgi söylüyormuş. Serçe yaklaşmış.
“Davulcu,” demiş, “bu güzel gelini sana versem davulunu bana verir misin, ne dersin?”

Davulcu dönüp bakınca şaşkınlıktan nutku tutulmuş. Çünkü bu gelin, sevdiği kızmış! Meğer babası zengin değil diye kızını zengin birine vermiş. Gözleri dolmuş, kalbi sevinçle çarpmış.

Davulcu, davulunu serçeye uzatmış. “Al dostum, bu senin hakkın.” demiş. Serçe de gülümsemiş, kanat çırpıp köyün minaresine çıkmış. Davulu çalmaya başlamış:

“Diken verip ekmek aldım,
Ekmek verip koyun buldum,
Koyun verip gelin kaptım,
Gelin verip davul çaldım!
Dum tuka dum dum, dum tuka dum dum!”

Davulun sesi dağlardan yankılanmış. Davulcu sevdiğine kavuşmuş, serçe de mutlu mutlu uçmuş, gitmiş.

Gökten üç elma düşmüş:
Biri sözüne sadık olana,
Biri emanetine sahip çıkana,
Biri de bu masalı dinleyen herkese…

📝 Ebeveyn Notu:
Bu masal, çocuklara sözünde durmanın, iyiliğe karşı vefalı olmanın ve adalet duygusunun önemini öğretir. Masalı okuduktan sonra çocuğunuza “Serçe neden kızdı sence?”, “Nine ne yapsa doğru olurdu?”, “Sen olsaydın sözünü tutar mıydın?” gibi sorular yönelterek düşünmesini teşvik edebilirsiniz. Böylece hem masalın duygusal yönünü hem de değerler eğitimini birlikte pekiştirmiş olursunuz. 🌿🐦

Daha fazla Anadolu masalı okuyun: Anadolu Masalları

İlgili Masallar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz