Bir zamanlar uzak bir ülkede bir padişah yaşarmış. Bu padişah, yetmiş yaşına gelen herkesin artık işe yaramadığını düşünür, onları ülkesinden sürgün edermiş. Ülkede yaşayan genç bir delikanlının da yetmiş yaşlarında bir babası varmış. Padişahın bu zalim kuralı yüzünden babasını kaybetmek istemeyen delikanlı, onu gizlice bir yerde saklamış, her gün yiyeceğini, içeceğini götürüp bakımını üstlenmiş.
Bir gün delikanlı, dışarıda dolaşıp eve dönmüş. Babası onu görünce sevinçle sormuş:
“Hoş geldin oğlum, bugün neler gördün, neler duydun?”
Delikanlı da gördüklerini ve duyduklarını bir bir anlatmış. Günler böyle geçip giderken bir akşam delikanlı yine dışarıdan dönmüş. Babası her zamanki gibi merakla sormuş:
“Oğlum, bugün neler gördün, neler duydun?”
Delikanlı:
“Baba, padişah bugün vezirleriyle birlikte su kenarına inmiş. Su dibinde ışıl ışıl parlayan bir mücevher görmüşler. Suya dalıp çıkmışlar ama bulamamışlar. Suya bakınca hâlâ orada parlıyor görünüyormuş. Hiç kimse bu işin sırrını çözememiş.”
Yaşlı adam düşünmüş ve sormuş:
“O suyun kenarında bir ağaç var mı?”
Delikanlı: “Evet baba, tam da ağacın çevresinde arıyorlar.”
İhtiyar: “Peki, o ağacın tepesinde kuş yuvası var mı?”
Delikanlı: “Evet, var baba.”
Bunun üzerine babası: “O halde o mücevher suyun dibinde değil, kuşun yuvasındadır. Suyun yüzeyine düşen ışığı, mücevherin oradaymış gibi gösteriyordur.” demiş.
Ertesi sabah padişah ve vezirleri yeniden suyun başına gitmiş. Mücevherin yine suyun içinde parladığını görünce tekrar dalmışlar ama hiçbir şey bulamamışlar. Delikanlı da oraya gitmiş ve padişaha demiş ki:
“Padişahım, mücevher suyun dibinde değil. Su kenarındaki ağacın tepesindeki kuş yuvasına bakın, oradadır.”
Padişah adamlarına hemen ağaca tırmanmalarını emretmiş. Adamlar ağaca çıkmış ve yuva içinde kaz yumurtası büyüklüğünde pırıl pırıl bir mücevher bulmuşlar. Padişah şaşkınlıktan donup kalmış.
“Bunca okumuş vezirim var, hiçbiri bunu anlayamadı da bu genç çocuk nasıl bildi?” demiş.
Sonra delikanlıya dönüp sormuş:
“Söyle bakalım evlat, sen bunu kimden öğrendin?”
Delikanlı utanarak, “Aklımı kullandım, padişahım.” demiş.
Bu durum vezirlerin zoruna gitmiş. Delikanlının zekâsı onları kıskandırmış. Kendi aralarında toplanıp onu küçük düşürmenin yollarını aramışlar. Sonunda padişahın huzuruna çıkıp şöyle demişler:
“Padişahım, bu delikanlının bilgisi sınansın. Biz ona iki aygır gösterelim: Biri genç, biri yaşlı. Ne dokunacak, ne de yakından bakacak. Hangisinin genç, hangisinin yaşlı olduğunu bilsin bakalım.”
Padişah bu fikri uygun bulmuş. Delikanlıya haber gönderilmiş.
Delikanlı bunu duyunca çok üzülmüş, eve dönüp babasının yanına gitmiş. “Baba,” demiş, “dediğin gibi mücevher kuşun yuvasındaydı ama padişah bilgimi sınamak için bana yarın iki aygır gösterecek. Hiç dokunmadan hangisinin genç, hangisinin yaşlı olduğunu bilmemi istiyor.”
Babası gülümsemiş: “Üzülme oğlum, bu da kolay. Sabah gittiğinde aygırları karşı karşıya getir. Genç olan aygır hırslanır, tozu dumana katıp saldırır. Yaşlı olan ise başını çevirir, yavaşça yol verir. O zaman hangisinin hangisi olduğunu anlarsın.”
Ertesi sabah delikanlı saraya gitmiş. Padişah ve vezirler iki aygırı getirtmiş. İkisi de görünüşte tıpatıp aynıymış. Delikanlı bir süre onları izlemiş. Genç aygır kişneyip yerinde duramamış, yaşlı aygır ise başını eğip kenara çekilmiş. Delikanlı elini uzatıp:
“İşte padişahım, bu genç, diğeri yaşlıdır.” demiş.
Padişah yine hayran kalmış. Vezirler ise hırslarından köpürmüş.
Ertesi gün vezirler yeni bir oyun kurmuş. Padişaha gidip:
“Bu delikanlıyı yine deneyelim. İki ağacı getirelim, ikisi de aynı uzunlukta, aynı kalınlıkta, tamamen dümdüz yontulmuş olsun. Hangisinin baş tarafı, hangisinin dip tarafı olduğunu bilsin bakalım.” demişler.
Padişah kabul etmiş. Delikanlıya da ertesi gün için bu görevi vermiş.
Delikanlı yine üzülerek eve dönmüş. Babası onu görünce sormuş:
“Oğlum, bugün ne var ne yok?”
Delikanlı içini çekerek: “Baba, aygırları senin sayende bildim ama şimdi bana iki tane dümdüz ağaç getirecekler. Ne tarafının kök, ne tarafının uç olduğunu anlamamı istiyorlar.” demiş.
Yaşlı adam sakin bir sesle: “Oğlum, endişelenme. Onlara de ki, ‘Ağaçları suya salalım.’ Ağaç suya bırakıldığında kök tarafı biraz batar, uç tarafı hafifçe yukarı kalkar. O zaman kolayca anlarsın.”
Sabah olduğunda delikanlı padişahın huzuruna çıkmış. İki düzgün ağaç önüne konulmuş. Delikanlı:
“İzin verirseniz bunları suya salalım.” demiş.
Ağaçlar suya bırakılmış, biri ucundan yukarı kalkarken diğerinin kökü suya batmış. Delikanlı hemen göstermiş:
“İşte bu tarafı dibi, bu da ucu.” demiş.
Padişah bir kez daha hayret etmiş.
“Söyle evlat, bunu sana kim öğretti?”
Delikanlı bu kez susmuş ama padişah ısrar edince gerçeği itiraf etmiş:
“Padişahım, benim yetmiş yaşında bir babam var. Sürgün etmemeniz için onu saklıyorum. Bu bilgileri o söylüyor bana.”
Padişah bu sözleri duyunca derinden utanmış. Hemen yeni bir ferman çıkararak, “Artık hiçbir yaşlı sürgün edilmeyecek! Onlar, bilgileri ve tecrübeleriyle gençlere yol gösterecek.” demiş.
Delikanlının babasını saraya çağırıp başvezir yapmış. İhtiyar, aklı ve deneyimiyle padişaha danışmanlık etmiş; ülke onun bilgeliği sayesinde bereket ve huzur içinde yaşamış.
O günden sonra kimse yaşlılara “işe yaramaz” gözüyle bakmamış.
📝 Ebeveyn Notu
Bu masal, çocuklara yaşlıların bilgeliğinin ve tecrübenin değerini anlatan güçlü bir hikâyedir. Okuma sonrası çocuğunuzla birlikte şu sorular üzerine konuşabilirsiniz: “Sence padişah neden yaşlıları sürgün ediyordu?”, “Delikanlı babasını neden gizledi?”, “Babası olmasaydı ne olurdu?”, “Sen olsaydın padişaha ne söylerdin?” Bu sorular, çocuğunuzun empati kurma, düşünme ve ahlaki çıkarım yapma becerilerini geliştirir. Ayrıca, hikâyedeki baba-oğul ilişkisi üzerinden aile bağlarının önemi üzerine güzel bir sohbet başlatabilirsiniz.
Bu masalı da okuyun: Ağlayan Ayva ile Gülen Nar

